Saadet Türkmen, Sosyal Antropolog, Bern Üniversitesi
Kadının kendini var etme mücadelesi, erkeğinkinden daha farklı. Bu fark onun erkekten daha üstün yada aşağı; daha zeki yada aptal olmasından, daha kurnaz ya da masum olmasından ziyade yönelimlerindeki ve mevcudiyetlerindeki farklılıklardan kaynaklı. Bu fark, farklı sınıflardan da olsa, her kadını içine alabilecek kadar kapsamlı bir fark. Bugün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü diye kutlanan günü ise, bu konuda emek veren ve bunu 19. yüzyılda görülebilir kılan kadınlara borçluyuz. 8 Mart’ın tarihsel kökleri ise 1857’de New York’da tekstil işçisi kadınların grevine dayandırılmaktadır. İlk kez kutlanılması da 1909’da Amerika’da sosyal demokrat ve sosyalist kadın hareketi öncülüğünde olmuştur. 1910’da gerçekleştirilen 2. Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edilmiştir. Kadınlar Günü ilk olarak, İsviçre’nin de dahil olduğu bazı Avrupa ülkelerinde, 1911’de kutlanmıştır. Bu yazı, bu gerçekliği yadsımaksızın, kadınların mücadelesinin bütün zamanlarda ve bütün toplumlarda farklı düzeylerde olduğu, ve sınıf mücadelesiyle baş başa, ama sınıf mücadelesinin ötesinde olduğu tezi savunulmaktadır. Seçme örnekler, bu tezin nasıl gerekçelendirildiğini anlatmaya yardımcı olacaktır.
KADININ ADI YOK
Kadınlar, kayıtlı tarihlerin her döneminde, birçok toplumda, sürekli kamusal yaşamın bir yerlerinde yer almışlar. Kimi zaman daha çok, kimi zaman daha az. Eğer eski zamanlar ve kültürlere dair işlerle meşgulsek, yada bu tür alanlar özel ilgi alanımızı oluşturuyorsa biliyoruzdur ki, bu dönemler ağırlıklı olarak erkeklerin dönemidir. Platon ve Sokrates`i herkes bilir; ama Sokrates`in annesinin ebe olduğunu ve bu işi özümsemesiyle oğlunun bilgeliğinde büyük payı olduğunu bilenler azdır. Aynışekilde, Aristoteles de bilinir; ama Phillis, ki hayli dominant bir kadın olduğu iddia edilen Phillis`i nedense çok kimse bilmez. Aynı şekilde, antik ressamlardan Zeuxis ve Pharhassios da bilinir; ancak sevgilisinin özlemini duvara çizdiği gölge resmiyle gidermeye çalışan ve böylece resim sanatını başlattığı öne sürülen kadının adı da bilinmez. Kadınlar genelde, şeylerin konusudur; erkek ise konuyu konuşan, tartışan. Yada, en azından hakim olan söylemde bunun böyle olduğu kabul edilir.
İlk çağlardaki kutsal kitaplarla aktarılan, hakim bir başka düşünceye göre ise, erkek ve kadın bir bütündü. Tanrı yada kutsal olduğu savunulan güç, bu bütünü birbirinden ayırdı. Bu sebeple, kadın yaşadığı sürece erkek yanını bulmak; erkek de kadın yanını bulmakla yükümlü kılındı. Bu anlayışa göre, kimi insanlar bunu bir yaşamda tamamlayabilir ve bir üst aşamaya geçebilirken; diğer insanlar, eşlerini bulana dek devirlerini daim etmek, yani ancak böyle bir şekilde tamamına erebilmek durumunda kalırlar. Yani kadın erkekteki, erkekte kadındaki kendini bulana, yani insan olmakta bütünleşene dek.
BÜTÜN OLMADA KADININ ERKEĞE ERKEĞİN KADINA MUHTAÇLIĞI?
Günümüzde gittikçeazalmasına rağmen halen süregelen bir anlayış söz konusudur ki, bu anlayış da köklerini antik çağlarda bulmaktadır. Bu anlayışta; kadının kendini tamamlayamamış, anatomik/ mental ve moral olarak erkekten daha düşük seviyede bir varlık olduğu iddia edilir. İnsanlar yüzlerce yıl, bu anlayışın doğruluğunu ispatlama çabasına girdiler. Kökleri, 4.yy`da yaşamış olan Aristoteles`e dayanan bu anlayışa göre, kadınlar tam değil, eksikti. Zira, kadınlarda phallus (erkeklik uzvu) yoktu. Bu sebeple de vücut sıcaklıkları düşüktü.Düşük sıcaklığa vurgu yapılarak da eksik oldukları ileri sürülmekteydi.
Bu anlayışın üzerinde oturduğu temelde de, bu anlayışı temel alan başka çalışmalarda da,kadınların eksiklerini kapatmak için; kendisini ispatlama ve var etme zorunluluğuda, satır aralarında da olsa, dile getirildi.Oluşturulan kadın konseptinde; kadın özellikle de, iş sahasına, kamusal ve politik alanlara sınırlı dahil edildi. Ancak, daha eski dönemlerde, kendini sosyo-politik ve askeri anlamda ifade etme çabası veren kadınlar vardı. Bunlardan en bilineni; erkeklerle eşit, ok/yay silahı engelsiz kullanabilmek için küçük yaşta sağ göğsü kesilmiş, emzirmeyen, sıkı kemerli sıfatlarıyla anılan ve kısmen Kapadokya bölgesinin kuzeyinde yani Karadeniz`de yaşadığı iddia edilen Amazonlar`dır.
AMAZON KRALİÇESİ PENTHESILIA
Amazonların erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğin bunca derinleşmediği eski dönemlere mi; yoksa kadının daha kadın / ve daha insan olduğu bir dönemin kalıntısı mı olduğu konusunda farklı ve birbiriyle çelişkili tezler mevcut. Öte yandan yaşamış oldukları; Priamos`tan Achilleus`a kadar,eski zamanın krallarıyla; ihtiyaçlara göre müttefik ve hasım olarak savaşmış olduklarına da değinilir. Homeros`un eseri kabul edilen İlyada, Amazon topluluğunun daha önceleri hasım oldukları Priamos`a karşı savaştıklarını; ancak Troya savaşı sırasında ona yardım ettiklerini anlatır. Başka bir deyişle, Amazonlar bölgedeki gücün önemli bir halkasını oluşturmaktaydı. Amazon Kraliçesi Penthesilia`nın, Troya`ya hücum edenler arasındaki Achilleus tarafından öldürülmüş olduğu öne sürülür. Ancak bu böyle midir?
İNSAN OLMA SÜREÇLERİ- KADIN OLMA SÜREÇLERİ
Amazonların günümüz dünyasındaki karşılıkları nedir sorusu, farklı fikirleri de akla getirebilir. Kadınlıkla özdeşleşebilecek organlarda (meme, rahim gibi) görülen kanser türlerinin antroposofik sağlık anlayışındaki açıklamasında; kadın olmakla barışık olmayışın, hatta kadın olmanın reddinin ifadesi olarak kabul edilmektedir. İlaveten, yoğun yaşanan adet sancılarının da; kadın kimliğinden rahatsız kadınlara özgü bir sorun olduğu iddia edilmektedir.Başka bir deyişle; kadınvücudunu erkek vücuduna endeksli algılayan bir anlayışa göre;kadın imajı fallus (erkeklik uzvu) olmayan ve dolayısıyla hadım edilmiş / eksik varlık olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre insan olmanın yolu erkek gibi olmaktan geçmektedir. Bu durumda (bilinçli yada bilinçsiz), gerekirse Amazonların da binlerce yıl önceyaptığı gibi,göğüssüz kalmak göze alınabilir. Antroposofik tıpçılardan bir kısmı,göğüs kanserini bu durumun günümüzdeki bir tercümesi olarak düşünmekteler.
Kadının fallusunun olmayışı kadında kimi (Freud`un da ifade ettiği gibi) kıskançlık ve kaygıları yaratırken; erkekte de fallusu yitirme korkusu ve kadına benzeme kaygıları belki de cinsler arasındaki çatışmanın önemli sebeplerinden olabilir. Öyle ki birçok bilimsel kaynakta, fallus yitirme korkusunun, erkeklerin yaşadığı birçok sosyal ve psikolojik sorunların da temelinde yer aldığı iddia edilmektedir. Rönesans dönemine gelindiğinde, klitoris ve fallus (kadınlık ve erkeklik uzuvları) arasındaki biyolojik farklar değil de benzerliklere değinilmeye başlandı. Örneğin Vesalius, klitorisin dışa değil, içe doğru gelişmiş bir fallus olduğu düşüncesini iddia etti (Andreas Vesalius 1543).Vesalius da, holistik bir bakışlakadın ve erkeğin bütünlüğüne işaret etmekteydi.
Foto (A.VESALIUS: DE FABRICA HUMANI CORPARIS)
Kimi kadın konseptlerinde,kadının erkeğin gücüne ve himayesine olan ihtiyacı vurgulandı. Diğerleri ise; erkeğinkadına ihtiyacının ivediliği dile getirildi. Öyle ki; kadının çoğu kez yaşamınyanında olduğu iddia edilir. Kadın savaş zamanlarında barışa hizmet etmek ister; hatta erkeği– evladı, arkadaşı, akrabası, komşusu vs. olan erkeği- korur. Savaşı durdurmak için gerekirse, kendini ortaya artar. Kimi zaman, Lysistrata gibi kendinden mahrum ederek; kimi zamanda Hersilia gibi kendini feda etmeye hazır olarak. Oysa bir başka seçenek daha vardir, o da Angelika Kaufmann gibi olabilmektir:
LYSISTRATA: KENDİNDEN MAHRUM ETMEK
Bunlardan biri Aristophanes`in Lysistrata adlı eserinde, erkekleri savaşın ve savaşa bağlı acıların sebebi gören anlayışa karşı savaşan kadınların öyküsünde somutlaşmakta. Beraberindeki kadınlarla Akropolis`i işgal eden Atinalı Lysistrata ve Spartalı Lampito öncülüğünde Atinalı ve Spartalı kadınların Peleponez savaşları sırasındaki kardeş kavgasına son vermek için; barış gelene kadar eşleriyle birlikte olmayı reddetmeleri anlatılmakta. Satirik bir dille yazılmış bu parça; kadınların erkekleri dize getirmesiyle sonuçlanır. Yani aşksız kalmakla cezalandırılan erkekler için barıştan başka yol kalmamıştır.
HERSILIA: CANIM FEDA
“Romalılarla Sabinler Arasındaki Savaşın Sabin KadınlarıTarafından Durdurulması” adli J.L.David`e ait tablo SabinlerleRomalılar arasındaki savaşı durdurmak için kendini iki grubun arasına atar ve ölümü göze alır. Hikâyeye göre Roma`nın kuruluşu sırasındaRomalılar, ne kadar kahraman olduklarını ve erilliklerini savaşla ispatlamıştır. Bu kahraman halk, buna rağmen yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. ZiraRomalılar arasında kadıns ayısı hayli azdır. Bu sebeple, Romalılar komşu şehrin kızlarını, Sabinli kızları, kaçırarak, bu soruna çözüm bulmaya çalışmışlardır. Bunu yaparken, eşi olan kadınları–Hersilia hariç- kaçırmazlar. Ancak; kızlarıyla beraber Sabinlerden “Hersilia” da kaçırılanlar arasındadır.
Aradan üç yıl geçtikten sonra; Sabinler kızlarını Romalıların elinden kurtarmak için bir karşı atak düzenlerler. Ancak Romalılarla evlenen ve kısmen çocuk sahibi olan Sabin kadınları; bu sefer kendilerini eşleri ve akrabalarının arasına atarak savaşı sonlandırırlar. Bu kadınlardan en dikkat çekeni, artık Romulus`un eşi olarak karşımıza çıkanSabinli Hersilia`dir. Beyaz elbisesiyle barışın sembolü gibi duran güzel Hersilia; David`in resminde kendisini eşi (Romalı)Romulus ile SabinliTatius`un arasına atmış ve kan dökülmesine engel olmak için diğer kadınları da örgütlemiştir. David bir resminde, Plutarchos`tan etkilenerek; Hersilia`ya şöyle söyletir: “(Şimdi, bizler Romalılara en kutsal bağlarla bağlanmışken; siz gelerek, kadınların eşlerini, çocukların annelerini almak istiyorsunuz. Bize vermeyi istediğiniz yardım, bizi kaçırırken bırakmış olduğunuz terkedilmişlikten bin kat daha acı verici“. Bu sözlerden etkilenen savaşçılar, silahlarını bırakarak savaşı sonlandırırlar. Böylece Hersilia sadece eşini ve sevdiklerini değil; bir zamanlar düşman olduğu kişilerle akrabalık kurabilmiş ve hatta her iki grubunda bir arada yaşayabilmesinin temellerini atmıştır.
ANGELIKA KAUFFMANN –BAŞKALARINDA KENDİNİ ARARKEN, BİZİ BULMAK!
Kadın ve erkeğin kendileri ve insan olma yolundaki çabaları halen süregelmekte. Bir çarpıcı örnek de, neredeyse binlerce yılhiç sorgulanmadan kabul görmüş hikâyeye, bir ressam kadının özgülünde, kadınca bir perspektiften gelen yanıttır. Bu kadın, 1741`de Chur`lu ebe bir anne ile Avusturya`lı ressam bir babanın kızları olarak dünyaya gelen Angelika Kauffmann`dır.
Angelika Kaufmann`ı önemli kılan resimlerdeki olağanüstü kalitenin yanında; kadın bir ressam olarak kendini erkek meslektaşları arasında, üstelik sadece İsviçre, İtalya ve Avusturya`da değil, yabancı olduğu İngiltere`de de, kabul ettirme çabalarıdır. Bu çabaları birçok eserinde görebilmek mümkündür. 23 yaşındayken yaptığı „ZeuxisSelectingModelsfor Helen of Troy (Truvalı Helena için model seçen Zeuxis)“ adlı, orijinali ABD`de olan resim, özel bir öneme sahiptir. Bu resmi önemli kılan; bir yandan anlattığı hikâye, bir diğer yandan da resmi anlatan kadın ressamın hikâyeye kattığı kadın perspektifidir.
Angelika, sözü geçen resimde, Eski Yunan Dünyası`nın önemli isimlerinden olan; ressam Zeuxis`e ait bir hikâyeyi, o zamana kadarki erkek meslektaşlarından çok daha farklı bir biçimde yorumlamıştır. Hikâyenin şimdiye kadar bilinen en eski versiyonlarından birini, I.S. 1. Yy`da yaşamış olan Plinius`un Naturalis Historiae`sında bulmak mümkün. Buna göre, Zeuxis bir kadındaki bütün güzellikleri vücutlaştıranTruvali Helena`nın hayali resmini yapmakla görevlendirilir. „Güzellik doğada değil, doğadakinin mükemmelleştirilmesinde“ diyen bir anlayışa uygun olarak, Zeuxis; Helena`yı resmetmek için bir tek modelden değil, beş modelden faydalanma yolunu seçer. Başka bir değişle; beş modelin vücutlarındaki en güzel bölümleri eklektik bir biçimde düzenleyerek, doğada olmayan mükemmel Helena`sını yaratır. Bunu yaparken, Zeuxis önemli bir mesaj verir. Ressam benim, önümde duran kadınlar ise, sadece benim modelim. Yani biri olmazsa diğeri olur. Nihayetinde model çoktur.
Bu kadınlar da; pasif bir biçimde, vücutlarındaki en güzel bölümü Zeuxis`e göstermekte ve mutlak güzelliğin tek (dişi) kişide vücutsallaştığı Helena`nın fragmentlerini (parçaları) oluşturma rolünü üstlenmektedirler. Böylesi bir anlayış, hem o Eski Yunan ve Roma Dünyası`nda, hem Eski Yunan ve Roma`nın canlandığı Rönesans`ta, hem de Kaufmann`ın yaşadığı Aydınlanma Çağı`nda neredeyse doğal kabul edilmekteydi. Buna göre, kadın pasif, erkek ise onu tekrar tekrar yaratabilme yetisine sahip aktif bir varlıktır.
Ancak, Kaufmann, Zeuxis`in oyununu da,ressamlığını da boşa çıkarır. Kauffmann`In resminde de beş model kadın vardı. Resmin merkezindeki Zeuxis`e vücutlarındaki en güzel bölümleri göstererek Helena`yı yaratmasına katkı sunan dört kadın değişik perspektiflerden görülmektedir. Bu kadınlar, birbirleriyle kavga ve kıskançlıktan uzak bir medeni ve asalet hali içindedir. Zeuxis ise, tüm dikkatini bu narin ve güzel kadınlara vermiştir. O resmin kurgusuyla ilgilenirken, devasa bir tuvalin önünde durarak, önünde duran fırçalara el uzatan beşinci bir kadın daha vardır. Bu kadın da güzeldir. Ancak onu diğerlerinden ayıran, bu resimdeki yerini kendisi belirlemek istemesi olmuştur. Bu kadının, kavgası kendisiyledir. Bu kadın insan olmak, insan yerine konulmak istemektedir. O yüzden, model olmamış; eline fırçayı alarak devasa tuvalin önüne gelmiştir. İşte bu kadın Angelika Kaufmann`dan başkası değildir. Kadınlardaki en güzel yanı arayan Zeuxis daha resme başlamamışken, devasa tuvalin önündeki Kaufmann resmi çoktan bitirmiştir bile. Hikayenin eşitsiz versiyonunu sonlandırmakla kalmamış, aksine yeni perspektiften bir hikayenin de başlatıcısıolmuştur.
SONUÇ YERİNE
8 Mart vesilesiyle kaleme alınan bu yazı; günümüz dünyasındak ikadın ve erkeklerin hem kendi içlerindeki hem birbirleriyle süregelen iktidar kavgalarına dikkat çekmek yerine; bu durumla mücadele edenlere perspektif ve ilham vermesi ümidiyle fazla bilinmeyen örneklerle renklendirerek kaleme alındı. Daha iyi modellerin oluşumunda ilham versin, yol göstersin. Kadın, erkek ve diğer cinsiyetten insanların 8 Mart`ı kutlu olsun! Hep birlikte daha güzel, daha umutlu, daha sevgi ve saygı dolu, yargılamadan anlama temelli, daha birlik ve bütünlük dolu zamanlara!