ÖLDÜREN YETKİ Mİ, TAKDİR HAKKI MI?

Taylan BATMANSUYU

Geçtiğimiz günlerde Kanton Vaud’da Yverdon ile St. Croix arasında sefer yapan bir trende gerçeklesen İran asıllı sığınmacı failinin ölümüyle sonuçlanan rehin alma operasyonu İsviçre’de büyük yankı uyandırdı. Çünkü bu tür büyük çaplı kriminal olaylar İsviçre’de yarım asırda bir gerçeklesen ender olaylardır. Böyle ender gelişen bir olayın basında günlerce yer bulması gerekirken kısaca ve mağdurların kurtarıldıklarına dair kahramanlık öyküleri ile yer buldu. Oysa rehinelerden biri tarafından çekilen görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla fail, mağdurlardan herhangi birinin ölümüyle sonuçlanabilecek bir ruh hali ve fiziki koşullara sahip değildi. Fakat gerek Vaud Kanton polisi gerekse Vaud Kanton nöbetçi savcısı olay sonrasında yaptıkları açıklamalarda olayın gelişimine dair net açıklamalar yapmamış, failin elinde taşıdığı balta nedeniyle mağdurlar için tehlike oluşturduğundan bahisle müdahalenin zorunlu olduğunu savunmuşlardır. Fakat elinde sade küçük bir çekiç olduğu mağdurlardan biri tarafından çekilen videoda görülen fail mağdurlarla sohbet ediyor ve İsviçre’de mutlu olmadığını, Londra’ya gitmek istediğini söylüyor. Söz konusu müdahalenin 60 özel görevli polis tarafından gerçekleştirildiğini unutmayalım.
Aslında bu İsviçre’de polisin görev ve yetkilerini kullanırken ilk kez orantısız güç uygulaması iddiası değil; 28 Şubat 2018 akşamı Mike Ben Peter, Lozan’da polis kontrolü sırasında kalp krizi geçirdi. Ertesi gün hastanede öldü. O gece kentte uyuşturucu kaçakçılığına karşı önleyici kontroller yapan Vaud kanton polisinin raporuna göre, 40 yaşındaki baba Nijeryalı bu kişi, iddiaya göre «şüpheli davranışlar» nedeniyle durduruldu. Tutuklanmayı reddedince kavga çıktı. Basına göre, polis onu kelepçelemek için yere düşürdü, göz yaşartıcı gaz kullandı ve yüzüstü yere yatırmadan önce birkaç kez vurdu. Yaklaşık altı dakika boyunca en az beş polis memuru onu soğuk zeminde, oturarak, diz çökerek veya üstüne yatarak zorla tuttu. Mike Ben Peter boğuldu, çığlık attı ve sonunda kalp krizi geçirdi. Bir tanık çarpma, ağır nefes alma ve çığlıklar duydu. Otopsiye göre Mike Ben Peter’ın cinsel organında ve kaburgalarında büyük morluklar vardı ancak kanında uyuşturucu madde yoktu. Adli soruşturma halen devam ediyor. Polis memurlarının olayların gidişatı üzerinde anlaşmasını engelleyecek hiçbir tedbirin alınmadığını ve polislerin hiçbir zaman görevden uzaklaştırılmadığını unutmayalım.
2017 yılında bir hukuk öğrencisi Bern’de ırkçılık ve faşizme karşı düzenlenen gösteriye katılmak istiyor. Toplantıya izin verilmemesi üzerine polis, toplantının yapılmasını engelledi. Bu hukuk öğrencisi polis tarafından yere yatırılmak suretiyle göz altına alınmaya çalışılan bir kişiyi fark eder ve cep telefonuyla olay yerini videoya çeker. Polis memurunun ihtarına rağmen çekime devam eder, bunun üzerine polis memuru onu yakasından tutarak videoyu silmeye zorlar. Hukuk öğrencisi daha sonra cebir ve görevi kötüye kullanmak suçlarından suç duyurusunda bulundu. İlgili polis memurunun Mart 2018’de sorgulanmasından kısa bir süre sonra savcı, öğrenciye prosedür hakkında sessiz kalmasını emretti ve 10.000 franka kadar para cezasına çarptırıldı. Kısa bir süre sonra ek bir adım daha atıldı. Şikâyetçiden hukuk öğrencisi suçlanıyor: Resmi bir eylemi gerçekleştirmesini engellemekten dolayı dava ediliyor. 2019 yılında Cumhuriyet Savcılığı, mahkumiyet ihtimalinin düşük olduğunu düşünerek hem polis memuru hem de öğrenci hakkındaki soruşturmanın kapatılmasına karar vermişti.
Yukarıda saydığımız örnekler dışında dikkat çekici başka bir olay 2021 ağustos ayında Morges tren garında polisin müdahalesi sonrasında gerçekleşen bir ölüm vakıasıdır. Olay sonrasında gerek çekilen videolar gerekse görgü tanıklarının ifadeleriyle failin bir tırnak makasının törpüsü kadar uzunluğa sahip bir bıçağa sahip olduğu görülmekte ve polisin böyle bir silaha ve saldırgana silahla üstelik ölümcül bölgelere ateş ederek cevap verdiği görülmektedir.
Saydığımız tüm bu olayların ortak noktası faillerin polis tarafından uygulanan orantısız güç sonrası ölmesidir. Sadece polisler için değil tüm insanlar için geçerli olan meşru müdafaa hakkı her hukuk sisteminde farklı tanımlanmış olsa da hangi davranışların meşru müdafaa sınırları içinde kalıp hangilerinin sınırın aşılmasına yönelik hareketler olarak kabul edileceğine dair evrensel hukuk kriterleri vardır. Örneğin bir kavgada elinde silah olan bıçak olan fiziken rakibine göre zayıf çelimsiz birine karsı 4-5 kişinin ateşli silah kullanarak tepki vermesi meşru müdafaa olarak kabul edilemez. Meşru müdafaanın iki temel ve olmazsa olmaz kriteri vardır; biri orantılılık diğeri ise failden gelen eylemi durdurmaya yönelik mağdur tepkisinin başka bir durdurma çaresi yokken son çare olarak gerçekleşmesidir. Polisin bir kavgaya birkaç metre uzaklıkta olduğu bir durumda örneğin mağdurun kaçmak sansı varken bıçaklı faili ateş ederek öldürmesi nasıl ki meşru müdafaa olarak kabul edilmiyorsa yukarıdaki örneklerde polisin hareketlerinin meşru müdafaa sınırlarını aştığı düşünülebilir. Orantılılık ilkesinin aşılıp aşılmadığı tespit edilirken evrensel hukuk normları dikkate alınırken aynı zamanda yargıç vicdanı olarak da hakkaniyetli bir karar vermek sorumluluğu altındadır.
Polis uygulamaları ile temel haklar ve insan hakları arasındaki ilişkiler karmaşıktır ve genellikle iki kutup arasında günlük bazda gergindir. Bir yandan, bu hakların temel işlevi devletin eylemlerine, dolayısıyla da bir devlet organı olarak polise sınırlamalar getirmektir. Öte yandan polis; hem temel haklara ve insan haklarına yönelik bir tehdit, hem de onların vazgeçilmez garantörüdür ve kendilerinden beklenen profesyonellik ile hareket etmek için çok fazla incelik gerektiren bir roldür. Türkiye’de olduğu gibi İsviçre’de de polis ihlallerinin sonucunda en büyük zarar bağımsız bir yargı mekanizmasının işletilmemesinden doğmaktadır. İsviçre bu konularda ceza istatistikleri tutamadığı için yargılamaların ne kadarı mahkumiyetle ne kadarı polisin beraatiyle sonuçlandı bilmiyoruz fakat gerek medyadan gerekse STK raporlarından takip ettiğimiz kadarıyla çoğu olay sonrasında polisler geçici olarak dahi görevden alınamamakta, mahkumiyet kararı verilmemekte ve polisin meşru müdafaa sınırlarını aşıp aşmadığına dair titiz bir hukuki inceleme yapılmamaktadır. Türkiye ile İsviçre arasında hukuki açıdan bir kıyaslama yapacak olursak, polisin yetki ve salahiyetlerine dair geniş takdir hakkının ve kötüye kullanımın İsviçre’de daha fazla olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira normatif hukuk açısından kağıt üzerinde Türkiye İsviçre’den çok daha üstün durumdadır. Evet yanlış duymadınız normatif hukuk açısından Türkiye İsviçre’den kağıt üzerinde çok daha insani ve hakkaniyetli yasalara sahiptir. Fakat pratikte özellikle Erdoğan sonrası Türkiye’de söz konusu yasa kurallarını uygulayan bağımsız bir yargı kurulusu kalmadığı gibi idarenin denetim mekanizması olma sorumluluğu da tamamen sona ermiştir. Her şeye rağmen Türkiye İnsan Hakları derneği gibi STK’ların çabaları ile bu ihlallere karşı hukuksal mücadele verilmekte ve çoğunluğu sol görüşlü yazılı ve görsel medyada bu ihlallerin haber yapıldığı görülmektedir. İsviçre bu klasmanda da Türkiye’nin oldukça gerisinde zira yukarıda saydığımız münferit örnekler ile ilgili Fransızca veya Almanca bir internet sorgulaması yaptığınızda tüm haberlerin tıpkı Türkiye’deki gibi A Haber’den servis edildiğine dair bir izlenime kapılabilirsiniz. Sonuç olarak STK’ların insan hak ihlallerini takibi ve medyanın bunu haberleştirmesi acısından İsviçre’nin demokratik bir ülke olmadığını söylemek yanlış olmaz. Söz konusu rehin alma operasyonuna ilişkin soruşturma devam etmekte, soruşturma ile ilgili bir gelişme olduğu takdirde önümüzdeki sayılarımızda bu konuyu tekrar alacağız.