Bir çıraklık öyküsü

 

 Yaşar ATAN

Daha önce burada sözünü ettiğim evimizin o bahçesinde çalıştığım yılda ben, beş yıllık ilkokulun üçüncü sınıfındaydım… Ve bu sıralarda, çok iyi anlaştığım bir yarenim de vardı…

O yarenim bana, yaz tatilimiz sırasında birgün, artık dondurmacılık işini bırakacağından, başka bir yerde güzel bir iş bulduğundan söz etti!..

Kazamızda, yaz aylarında gezici olarak dondurmacılık yapan bir amca vardı… Karşıdan izlediğim kadarıyla bu amca, çok iyi birine benziyordu…

İşte o yarenim, yanında çalıştığı bu dondurmacı amcadan söz ediyordu… Ben yarenimden artık bu işini bırakacağı sözünü duyunca, kafamda birden şimşekler çakar gibi oldu!..

SENİN YERİNE BEN ÇALIŞŞAM…

Daha fazla düşünmeden; „Yahu dostum, ben senin yerine o işte çalışsam olmaz mı?“ gibilerden bir soru sordum ona…“Elbette olur! Hem de çok iyi olur!“ dedi yarenim… Ve bana bu işin hem zorluklarından, hem de kolay yönlerinden söz etti… Sonunda o dondurmacı amcaya birlikte gidip durumu ona anlatmaya karar verdik… Ve anlaştığımız gün, birlikte o amcanın yanına gittik.

Arkadaşım, ilkin beni o amcayla tanıştırmak istedi… Ama o amca da beni tanıdığını, benim için güzel şeyler konuşulduğunu söyledi… Sonra da arkadaşım, kendi ailesiyle ilgili bir takım sorunlarından söz etti dondurmacı amcaya. Sözünü ettiği bu sorunları yüzünden dondumacılık işinden ayrılacağını, kendisi yerine benim o işte çalışmak istediğimi söyledi…

Dondurmacı amca, gülümseyerekten bir süre bana baktı… Sonra da: „Gerçekten çalışmak ister misin?“ gibilerden birşey sordu… Ben de gülümseyerekten evet dedim… Bunun üzerine o amca da, hemen bir gün belirledi ve o gün işe başlamamı önerdi. Ben de haliyle olur dedim…

DURUMU ANNEME BABAMA ANLATTIM

O gün anneme, babama durumu aktardım hemen… Onlar biraz şaşırdılar… Ama daha sonra, „Bu işi bir dene bakalım, yapabilecek misin?“ dediler.

Artık ben de, yaz tatilleriyle sınırlı bu dondurmacılık işine hemen başladım…

Daha on yaşındaydım…

Dondurmacı amca; kentimizin pazarı olduğu o sıcak günlerde, bir çadırın içine yerleştirdiği oturaklarla, beş-alt kişilik bir oturma yeri düzenlerdi… Ve bu çadırın içinde, bir fıçı içine oturtulmuş dondurma bidonu olurdu. İçi süt, salep gibi maddelerle dolu olan bu bidon; içi yarıyarıya karla dolu olan bir fıçının içinde, elle bir süre döndürülürdü. Ve bu dönen bidonun içindeki süt, salep karışımı maddeler de, böyle elle döndürüle döndürüle donarlar; sonunda dondurmaya dönüşürlerdi…

İşte bu yeni çırak, yani ben, bu bidonu dödürmekle görevliydim!

Ama işim bununla bitmezdi!.. Çadırda oturan müşterilere; istedikleri dondurmayı sunardım… Sonra da onların boşalan tabaklarını, bir bir yıkardım…

Ve o akşam dondurmacı amca, ertesi günkü pazar için gerekli hazırlıkları evinde yapardı. Ve sabah, o dondurmacı amcayla ve gerekli pazar eşyalarıyla birlikte ben de, bir yük arabasına biner, çevredeki kazalardan birinde, o gün için kurulacak pazara giderdik… Ve orada da, aynı şekilde çalışırdık.

Ve aynı akşam gene, bir yük kamyonuyla evlerimize dönerdik ….

Benim çalışmam bir hafta boyunca, aynı hız ve dolulukla; bazen beş, ama kesinlikle dört gün sürerdi… Bir haftalık kazancım, beş Türk lirasıydı… O günkü o parayla, en fazla bir, belki iki kilo et alınabilirdi kasaptan!..

 

BAŞKA BİR İŞ ÇIKTI BİR GÜN

Evet, çok zaman yalınayak olarak da sürdürdüğüm bu işimin ikinci yılında bir gün, kazamızın avukatı Osman Amca, bizim çadırdan bürosuna, birkaç tabak dondurma istedi…

Ben de ısmarlanan dondurmaları, bir açık sepete koyup bürosuna götürdüm… Hiç unutmam; gerçekten yalınayaktım!.. Çünkü o şekilde, yani yalınayak olarak çalışmak daha kolaydı! Osman Amca benimle biraz konuştu… Sonra bana; „Benim yanımda çalışmak ister miydin?“ gibilerden bir soru sordu. Ben hemen bir yanıt vermeyince, dondurmacılıktan haftada kaç para aldığımı sordu. Ben de açıkça, bir haftada aldığım parayı söyledim… Hiç unutmam; hemen gülümsedi. Sonra bana; dondurmacılıkta bir ayda kazandığımı, bir haftada vereceğini söyledi… İleride, durumuma göre, bu ücretimin artabileceğini de sözlerine ekledi! Benim hani neredeyse dilim tutulur gibi oldu. Ben haliyle evet dedim. Ve ne zaman işe başlayacabileceğimi sordum… Bana, hemen başlayabileceğimi söyledi… „Yarın sabah başlayabilirim öyleyse, değil mi?“ diye sordum.

„Elbette, hemen başlayabilirsin!“ dedi…

Ve ben ertesi sabah hemen işe başladım: Henüz on bir yaşındaydım…

****

Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza, aşağıdaki kitapları öneriyoruz:

-. AKDENİZLİ TANRILAR (Yaşar ATAN– 2. Baskı)

 AKDENİZ MİTOLOGYASINDAN EFSANELER (Yaşar ATAN –)