Brezilya’daki İsviçre emperyalizmi

Gabriella LİMA – Gaëlle SCUİLLER*
31 Mart 1964’te reformist Brezilya Devlet Başkanı João Goulart, ABD’nin desteğiyle sanayi, finans ve medya çevrelerinin başını çektiği bir askeri darbe ile devrildi. Soğuk Savaş’ın kızıştığı bir dönemde Goulart’ın görevden alınması, aralarında İsviçre’nin de bulunduğu yabancı yatırımcılar için sevindirici bir gelişme oldu. Mart 2024’te binlerce Brezilyalı, darbenin ve 1985’e kadar iktidarda kalan askeri rejimin altmışıncı yılı sebebiyle sokaklara döküldü. Amaç, diktatörlüğün binlerce kurbanını anmak ve diktatörlük adına işlenen suçları lanetlemek ve failleri koruyan 1979 tarihli genel affı kınamaktı. Bu yıldönümü, Brezilya tarihinin karanlık bir bölümünün az bilinen bir yönüne bakma fırsatı sunuyor: Şiddetli bir anti-komünist olan İsviçreli iktidar çevrelerinin yirmi bir yıl boyunca bu diktatörlüğü nasıl hem destekledikleri hem de ondan yararlandıklarını gün yüzüne çıkarıyor.

REJİMİ DESTEKLERKEN PAZARLARI
FETHETMEK
1961 yılında João Goulart Brezilya’da iktidara geldi. Sosyal hareketler ve sendikalar tarafından desteklendi. Soğuk Savaş’ın en şiddetli döneminde ülke, İsviçre de dahil olmak üzere tüm anti-komünist Batı kampı için çok önemliydi. Goulart, uluslararası yatırımcıların çıkarlarına zarar veren ve yabancı güçlerin Rio de Janeiro’daki İsviçre büyükelçisi tarafından «yeteneksiz» olarak görülen bir başkanı desteklememesini sağlayan bir dizi reformu destekledi. 1964’ün başında, İsviçre de dahil olmak üzere Kuzey’in kreditör ülkeleri Brezilya’ya yeni kredi vermeyi reddederek Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) tutumuyla aynı çizgiye geldiler.
ABD önderliğindeki bu mali baskı stratejisi Brezilya hükümetinin ilerici politikalarını uygulamasını imkansız hale getirdi. Birkaç hafta sonra, 31 Mart 1964’te Goulart ordu tarafından devrildi ve yerine General Castelo Branco liderliğinde bir hükümet kuruldu. Bu hükümet Batı tarafından sıcak bir şekilde karşılandı ve siyasi güvenin bir göstergesi olarak Brezilya’ya hızlı bir şekilde kredi sağlandı. Hatta Federal Konsey bunu bir «dayanışma « jesti olarak nitelendirdi. Büyük sermaye çevreleri, Goulart hükümetinin istikrarsızlığa sürüklenmesinde doğrudan bir rol oynamamış olsalardı, bu yeni ekonomik yönelimden memnun kalacaklardı.
İsviçreli yönetici çevreler için riskler yüksekti. 1964 yılında İsviçre, Brezilya’daki en büyük üçüncü yatırımcıydı. İsviçrenin büyük sermaye gruplarının çeşitli iştirakleri burada faaliyete geçmiş ve ilaç (Hoffmann-La Roche, Ciba, Sandoz), gıda (Nestlé), makine ve ekipman (Sulzer; Brown Boveri, şimdi ABB) ve çimento (Holderbank, şimdi Holcim) sektörlerinde yüksek kârlar elde etmişti. Askeri diktatörlük boyunca iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler önemli ölçüde güçlendi. Darbeden on yıl sonra İsviçre’nin Brezilya’ya ihracatı reel olarak %286 oranında artmıştır. Ticaret gibi, doğrudan yatırım ve İsviçre bankalarından alınan krediler de diktatörlüğün son dönemlerine kadar rejim sertleştikçe artmış ve ikili ilişkilerde zaten önemli olan dengesizliği daha da derinleştirmiştir.
Askeri yönetim altındaki Brezilya, 1970’lerin başında «Brezilya ekonomik mucizesi» olarak bilinen olağanüstü bir büyüme dönemine öncülük eden kalkınma planını uygulamak için İsviçre sermayesinin büyük akışına bel bağlamıştır. Bu politikanın başarısı aynı zamanda askeri rejim için uluslararası bir vitrin görevi görerek yabancı yatırımcıların iştahını kabarttı ve İsviçre ekonomisinin Brezilya’daki varlığını arttırmasını sağladı. Sonuç olarak, İsviçre Büyükelçisi Giovanni Bucher, Aralık 1970’te Rio’da bir grup muhalif devrimci tarafından kaçırıldı.
İsviçreli yetkililer Brezilya diktatörlüğü ile yakın ekonomik bağlarını tarafsızlık ve ekonomik liberalizmin ortodoks bir uygulaması adına meşrulaştırmış ve İsviçre özel ekonomisinin yurtdışına yayılmasını engelleyebilecek her türlü devlet müdahalesine karşı çıkmıştır. Dolayısıyla tarafsızlık söylemi, güçlü bir finans merkezine dayanan ve herhangi bir askeri güç gösterisi ya da sömürge imparatorluğu olmaksızın takdir yetkisini kullanan İsviçre emperyalizmini oluşturan bu ekonomik saldırının uygulanmasını teşvik etmiştir.
Brezilya diktatörlüğü sırasında İsviçre, İsviçreli şirketlerin kârlarının garantörü olma rolünü iki bağlamda mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Bir yandan İsviçre’nin diplomatik servisleri, İsviçre’nin özel çıkarlarına ters düşen ekonomik tedbirlere karşı koymak ya da tersine İsviçreli yatırımcıların durumunda bir iyileşme sağlamak için Brezilya hükümeti nezdinde lobi faaliyetlerinde temel bir rol oynadı. Örneğin 1964 baharında, İsviçreli yetkililer Brezilya’nın borçlarının konsolide edilmesine yönelik bir anlaşmanın müzakeresinde güç dengesinin elverişli olmasından yararlanarak kâr transferine ilişkin bir yasanın değiştirilmesini sağlamış ve böylece İsviçreli yatırımcıların taleplerini karşılamışlardır. Öte yandan ihracat sektörü ve yatırımcılar, Federal İhracat Risk Garantisi veya yatırımlar açısından eşdeğeri olan ve Konfederasyon tarafından uygulamaya konulan ekonomik kalkınma araçlarından büyük ölçüde faydalanabilmişlerdir. Bu araçlar yurtdışında iş yapmayı güvence altına almayı mümkün kılmaktadır: ekonomik veya siyasi riskler (örneğin yabancı şirketlerin kamulaştırılması) durumunda Konfederasyon, kayıplarının büyük bir kısmını karşılamaktadır. Bu politika sayesinde federal makamlar İsviçreli kapitalistlerle el ele vererek İsviçreli şirketlerin Brezilya’da genişleme koşullarını desteklemiş ve böylece bu pazarda güçlü bir konum elde etmelerini sağlamıştır.
Kısacası, İsviçre’nin ekonomik genişleme politikası Brezilya askeri cuntasının baskıcı hükümeti tarafından hiçbir zaman sorgulanmadı. Aksine, İsviçre siyasi otoritelerinin desteğiyle Brezilya’daki işlerini hızlandırmakta tereddüt etmeyen İsviçreli yatırımcıların gözünde siyasi istikrar ve sosyal barışın garantisini temsil ediyordu.

KONFEDERASYON YATIRIMCILARI
LİSTENİN BAŞINDA

1973 yılında İsviçre, yurtdışındaki en büyük doğrudan yatırımcılardan biriydi ve dünyada sekizinci sırada yer alırken, ulusal GSYİH’nin yüzdesi olarak yabancı yatırım açısından ikinci sıradaydı. Brezilya, İsviçre ekonomisinin uluslararası alanda nasıl genişlediğini gösteren mükemmel bir örnektir.
Doğrudan yabancı yatırım (IDE) şeklinde sermaye ihracı, İsviçre emperyalizminin temel araçlarından biridir. 1969’da «Brezilya ekonomik mucizesi»nin başlamasından itibaren ve takip eden on yıl boyunca, Brezilya’daki İsviçre IDE’si patladı. Bu yatırımlar, Brezilya ekonomisinin sektörlerinin kontrolünü İsviçre sermayesine vermek amacıyla İsviçre firmalarının yan kuruluşlarının kurulması ya da yerel şirketlerin satın alınması şeklinde gerçekleşti.
1973 yılında Brezilya’daki İsviçre IDE stoku 1.1 milyar CHF civarındaydı ve bu rakam Brezilya’nın GSYH’sinin neredeyse üç katıydı. Dört yıl sonra bu rakam 2.3 milyar CHF’a yükselmiş ve İsviçre’yi ABD ve Batı Almanya’dan sonra Brezilya’daki en büyük üçüncü yabancı yatırımcı haline getirerek Japonya ile başabaş hale getirmiştir. Bu rakamları İsviçre’nin büyüklüğü ile karşılaştırırsak, tarihçi Janick Schaufelbuehl’in deyimiyle «küçük olanın gücünü» daha iyi ölçebiliriz. Brezilya’da kişi başına düşen en büyük on yabancı yatırımcıya bakarsak, İsviçre’nin açık ara en büyük yatırımcı olduğunu görürüz. Kişi başına yaklaşık 187.8 dolarlık bir stokla İsviçre’nin doğrudan yatırımı, ikinci ve üçüncü sıradaki İsveç’inkinden altı kat, Batı Almanya’nınkinden ise sekiz kat daha fazladır. Hatta dokuz rakibinin toplam stokundan bile daha yüksektir.

İSVİÇRE’NİN KONTROLÜNDEKİ
SEKTÖRLER
Brezilya pazarları için emperyalistler arası yarışta, İsviçreli şirketler bir dizi sektörde ön plandadır. Örneğin Nestlé’nin bugün bile hegemonyasını sürdürdüğü gıda sektöründe, çikolata ve süt tozu gibi çeşitli ürünlerin üretiminde tekel konumundaydı. Makine sektöründe, 1970’lerin başında Brown Boveri’nin Brezilya’daki yan kuruluşu, grubun Avrupa dışındaki en büyük ve aynı zamanda Güney Amerika’daki en büyük elektromekanik endüstrisiydi. 1973-1976 küresel ekonomik krizine rağmen İsviçre ekonomisi Brezilya pazarındaki konumunu sağlamlaştırmayı başardı. 1975 yılında Brezilya’daki en büyük 1.000 şirketten 25’i İsviçre sermayesi tarafından kontrol ediliyordu; bunlar arasında Nestlé’nin Brezilya’daki yan kuruluşu (22.), Ciba-Geigy (83.), André Group (160.), Holderbank (243.), Eternit (249.) ve Sandoz (277.) bulunuyordu. Makine sektörü gibi İsviçre seramik endüstrisi de Brezilya pazarını yavaş yavaş fethediyordu. Kuruluşundan sadece bir yıl sonra, 1977’de Keramik AG’nin yan kuruluşu aynı zamanda güney yarımküredeki en büyük karo üreticisiydi. Birçok yerel şirkette önemli hisselere sahipti ve rakiplerini yavaş yavaş satın alıyordu.

Gabriella Lima: Lozan Üniversitesi’nde tarih alanında doktora öğrencisi. «Otobüsü kaçırmayın!» Askeri diktatörlük döneminde İsviçre’nin Brezilya’daki ekonomik çıkarları (1969-1979), İsviçre Diplomatik Belgeleri kitaplarının yazarı.

Gaëlle Scuiller: 1964 darbesi sırasında İsviçre ve Brezilya arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkiler üzerine Lozan Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında yüksek lisans tezinin yazarı.

Kaynak: Lozan / Le Courrier gazetesi
Çeviri : Metin Alan