Federal Konsey ile AB arasındaki müzakereler 18 Mart günü başladı. İsviçre’nin müzakere yetkisi işverenlerin, özelleştirme ile ilgili tedbirlerin kaldırılması taleplerini de içeriyor. Sendikalar da bu müzakereler için net ilkeler belirlemeye çalışıyor.
Viola Amherd’in Brüksel ziyaretinden itibaren Avrupa Komisyonu ile müzakereler, Federal Konsey’in 2021’de sonlandırdığı görüşmeler üzerinden devam edecek. Ancak Federal Konsey 2022 ve 2023 yılları arasında AB ile «teknik» görüşmeler (örneğin elektrik piyasası veya sağlık hizmetleri) şeklinde fikir alışverişinde bulunmuştu. Federal Konsey, özellikle kantonlar, sendikalar ve işveren örgütleriyle yürüttüğü istişare sürecinin ardından 8 Mart’ta müzakere yetkisini kabul etti.
TAM YETKİLENDİRME
Müzakereleri yürütecek diplomatlara verilen bu görev açıkça bir işveren yetkilendirmesi niteliğinde. Görev (emir) talimatnamesinde, sendikalar tarafından öne sürülen ve işçilerin lehine olan önerilerin hiçbiri yer almamakla kalmıyor, daha da kötüsü, elektrik piyasasının ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin özelleştirilmesini açıkça bir hedef olarak belirliyor. Ücretlerin korunmasına ilişkin olarak yetkilendirme, kişilerin serbest dolaşımına eşlik eden tedbirlerin belirli yönlerinin değiştirilmesi olasılığını da ortaya çıkarmaktadır.
Federal Konsey bu müzakereleri, şu anda büyük ölçüde kamunun elinde olan iki sektörü, yani demiryolu taşımacılığı ve elektrik piyasasını özelleştirerek, işveren örgütlerinin ve mali yatırım için yeni alanlar arayan sermayedarların taleplerini parlamento çerçevesi dışında dayatmak için bir fırsat olarak kullanmak istiyor. İsviçreli işverenler, Avrupalı meslektaşlarıyla aynı yöntemi benimsiyor; yani ulusal siyasi taleplerini dayatmak için AB’ye başvuruyorlar. Çünkü Parlamento kısa bir süre önce elektrik piyasasının özelleştirilmesine karşı çıkmıştı. Gelinen noktada, bu konuda UDC/SVP, enerji, ulaştırma ve işgücünden sorumlu bakanları Guy Parmelin ve Albert Rösti’nin damgasını taşımasına rağmen, bu yetkiye karşı feryat figan ederken son derece ikiyüzlü davranıyor.
ÇALIŞANLARIN KORUNMAYA İHTİYACI VAR
Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu’ndan oluşan üçlü troyka tarafından Yunanistan’daki işçilere karşı yürütülen toplumsal savaş, «antlaşmaların koruyucusu» Avrupa Komisyonu tarafından izlenen politikanın yönü, kapsamı ve niteliği hakkında iyi bir ipucu niteliğindedir. Ancak İsviçre ile müzakereler söz konusu olduğunda, sorunun merkezinde AB’nin en önemli kurumu değil, İsviçreli patronlar ve onların Federal Konsey ve Parlamento’daki siyasi temsilcileri yer almaktadır. İsviçre’de işçilerin korunması konusunda, özellikle de sendikal özgürlüğün korunması ve geliştirilmesi söz konusu olduğunda, herhangi bir iyileştirmeyi kabul etmiyorlar. Çünkü sendikal mücadele ve emek mücadelesi açısından, hizmet sektöründe ve şirketlerde imzalanan toplu iş sözleşmelerinde yer alan çalışma koşullarına saygı gösterilmesini, bu koşulların savunulmasını ya da iyileştirilmesini sağlamak için mücadele eden işçi temsilcilerinin korunması son derece önemlidir. Benzer şekilde, örgütlenme ve grev hakkı da kesin çizgilerle savunulmalıdır. Ancak İsviçre’de işverenler (hem kamu hem de özel sektörde) bir işyeri temsilcisini her zaman işten çıkarabiliyor ve işe iade edilmesi de mümkün olmuyor. Kamu sektörü için bu hakka sahip olan tek kanton Cenevre’ydi, ancak sağcı çoğunluk geçen ay içinde bu hakkı da ortadan kaldırdı.
SENDİKALAR PAZARLIKTA
Konfederasyon ve AB arasındaki müzakereler boyunca sendikaların net çizgiler belirlemeleri büyük önem taşımaktadır: çalışanların menfaatleri, araştırma ve istihdama yönelik sözde (ulusal) daha yüksek bir menfaat zırvaları uğruna feda edilmemelidir. Sendikalar kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı mücadelelerini kararlılıkla sürdürmelidir. AB ile daha yakın bağlara, en azından diğer AB üyesi ülkelerdeki çalışanların sahip olduğu haklarla karşılaştırılabilir nitelikte ve daha ileri haklar eşlik etmelidir. Sendikal özgürlüğün yanı sıra, düşük ücret, güvencesiz istihdam (geçici işçiler, taşeronluk, sıfır saat sözleşmeleri, çağrı üzerine çalışma, vb) ve kamu sektörü statüsünün ortadan kaldırılmasıyla mücadele etmek üzere güçlendirilmelidir.
Bu hedeflere ulaşılması Avrupa Komisyonu’nun onayını gerektirmez. İş hukukunun uyarlanması tamamen federal makamların sorumluluğundadır. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi de, işçi sınıfı ve emekçilerin, toplumun diğer kesimleriyle birleşerek örgütlü ve kararlı mücadelesine bağlıdır.
Müzakere yetkisi, İsviçre hukuku kapsamında işçilere sağlanan korumanın bir bölümünü içeren olası istisnalarla birlikte, Avrupa’daki kiralık işçiler (Taşeron) ile ilgili düzenlemelerin kabul edilmesini de zorunlu kılmaktadır. Kiralık işçiler konusu kamuoyundaki tartışmalarda sık sık gündeme gelmekte ve sendikalar ile patronlar arasındaki ana anlaşmazlık konusu olmaya devam etmektedir.
İnşaat şantiyelerinde vahşice sömürülen taşeron işçilerin örnekleri, sorunun boyutunun anlaşılmasına olanak sağlıyor. Taşeronlaşma ile birleştiğinde işçi kiralama, sömürü için korkunç bir çark haline gelebilmektedir. Geçtiğimiz Kasım ayında Unia sendikasının ifşa ettiği, Basel’de Hollandalı bir taşeron tarafından saati 27 yerine 9 CHF karşılığında işe alınan Polonya, Letonya ve Litvanya’dan 90 taşeron işçinin durumu, bu alandaki gerçeklerin görünür kılınması açısından önemli bir örnektir.
Taşeron işçiler genellikle, emeklerini satmak için Avrupa’yı zor koşullarda dolaşmak zorunda kalan güvencesiz işçilerdir. Bu işçilere İsviçre’deki ücret koşullarının yanı sıra konaklama ve yemek masraflarının da garanti edilmesi hayati önem taşımaktadır. Ancak İsviçre’de üç ay geçirmekle orada yaşamak aynı şey değildir. İsviçre’de 90 gün boyunca kalacak yer bulmak ve kendi yemeğinizi pişirmek neredeyse imkânsızdır. Bu da, standartların çok altındaki koşullarda barındırılmasalar bile, görevlendirilen işçilerin daha yüksek maliyetlere katlanmak zorunda kaldıkları anlamına geliyor.
Öte yandan patron örgütlerinin propaganda ettiği gibi, İsviçre’de ücretler üzerindeki baskı, taşeron işçilerden kaynaklanmıyor. Sorun daha kapsamlıdır ve işçiler arasında patronlar tarafından kışkırtılan suni rekabetten kaynaklanmaktadır. Çalışmak amaçlı dolaşım özgürlüğü sendikaların da savunduğu temel insani bir haktır. Bu hak, işçilere etkin koruma sağlayabilecek bir iş kanunu ile desteklenmelidir. Ancak İsviçre’de durum böyle değildir ve patronlar yürürlükteki yasanın eksikliklerinin muhafaza edilmesinden büyük ölçüde kârlı çıkmaktadır. Maaş Yapısı Araştırması, ücretlerin işgücü verimliliğine ya da artan hayat pahalılığına uyum sağlayamadığını göstermektedir. İsviçre Sendikalar Birliği, posta hizmetlerindeki işçilerin maaşlarının 2010 yılına göre nominal olarak daha düşük olduğunu ve bu nedenle daha güçlü TİS’lere ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor. Ancak grev hakkı olmadan daha güçlü TİS’ler nasıl müzakere edilebilir ve işçilerin temsilcileri neredeyse keyfi bir şekilde işten çıkarılabiliyorsa bu TİS’ler nasıl uygulanabilir?
ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI MÜCADELE
Bu mücadele en azından, sanayi sektörlerindeki fiyat dalgalanmalarının yumuşatılmasını, keyfi işten atmaların ve tüketiciler için aşırı fiyat artışlarının önlenmesini sağlayacaktır. Sektörün özelleştirilmesi, emekçilerin kazanımlarına ilişkin düzenlemelerin gözden geçirilmesine yol açacak ve tüketicilere gerçek maliyetlerin üzerinde faturalar kesilecek, temel altyapının düzenli bir şekilde finanse edilmesi olasılığını ortadan kaldıracaktır. AB kurallarının benimsenmesi aynı zamanda en önemli endüstriyel hizmetlerin üretim ve dağıtım arasında emekçilerin aleyhine eşitsiz bölünmesi anlamına gelecektir. Üretim rekabete daha açık hale gelecektir. Avrupa’da özelleştirmenin kamusal hizmetlerin yok edilmesi yoluyla sağlandığı bilinmektedir. Kamu kuruluşlarını, elektriği bir dağıtıcıya ucuza satmaya zorlamakta, dağıtıcı da bunu kontrolsüz ve orantısız bir kârla yeniden tüketicilere satmaktadır. Özel sektör işletmecileri için bu kâr marjı, yerleşik işletmeciler aracılığıyla kamu tarafından yapılan yatırımlardan oluşmaktadır. Bunun tüketicilere yüklediği ek maliyet ise, elektriğin doğrudan satılması halinde önlenmesi mümkün olan bir maliyettir.
Demiryollarının özelleştirilmesi özellikle uluslararası yolcu taşımacılığını etkileyecektir. İsviçre’de de diğer AB’ye üye ülkelerde karşılaşılan tehlikelerin aynısını yaratacaktır: tren yolları üzerinde yaşanan anlaşmazlıklar ve demiryolu ağının aşırı yüklenmesi. Bu risk, ağın zaten aşırı yüklü olduğu İsviçre’de özellikle daha da büyük olacaktır. Dolayısıyla yabancı işletmecilere yer açmak, şebekenin kalitesini düşürme riskini de beraberinde getirecektir. Özelleştirme aynı zamanda işçilerin korunmasını da imkânsız hale getirecektir. Bu alandaki durum, taşeron işçiler için olduğundan daha da güvencesiz ve korumasız bir ortam yaratacaktır. Avrupa’da demiryolu ağının özelleştirilmesi, burjuva politikacıların söylediğinin aksine, bu sistemin kullanıcıları açısından hizmet kalitesini arttırmadığını, tam tersine düşürdüğünü göstermiştir.(Arkadaş)