Çalkantılı bir dönem

  Fuat Akyürek

Türkiye oldukça çalkantılı bir dönem yaşıyor. Bir yanda iktidar tarafından alınmayan tedbirlerle büyük bir felakete dönüşen deprem yıkımı, diğer yanda politikada keskinleşen çelişkiler ve saflaşmalar var.  Ülkenin on ili büyük bir depremle bazıları çok büyük olmak üzere ağır bir yıkıma uğradı. Resmi olarak açıklanan ölümler 50 bine yaklaştı. Ancak içerisinde resmi yetkililer de olmak üzere yapılan çeşitli itiraflar ve hesaplar kayıpların yüzbinlerle ifade edilebileceğini açıkça ortaya koyuyor. Oysa bilim insanları bölgede deprem olacağını çok önceden belirlemişler, sadece saatini söylememişlerdi. Erdoğan iktidarı depreme yönelik hiçbir önlem almamakla kalmadı, 700 milyar TL’yi aşan deprem paralarını da amaç dışı harcadı. Bununla da kalmadı imar afları ile depreme dayanıksız binaların, üstelik para karşılığı vatandaşların mezarı olmasına yol açtı. Bütün bu yıkımı, kitle katliamını maden katliamlarında olduğu gibi “kader planı” ile açıkladı.

Deprem sonrası ise depremzedeler için büyük yıkım ve drama, iktidar için tam bir rezalet ve aymazlığa, tüm halk kitleleri içinse büyük bir dayanışmaya sahne oldu. İktidar günlerce arama ve kurtarma çalışmalarında yoktu. Depremden kurtulanlar enkaz altında kalanların bir kısmını kurtardı. Bunlara kısa bir süre sonra gönüllülerin seferber olması eklendi. Tüm dünyadan, aralarında Ermenistan ve Yunanistan gibi “tarihsel düşman” ilan edilenler de dahil çeşitli uluslardan arama kurtarma ekipleri bölgeye akmaya başladı. İktidar ise tam anlamıyla enkaz altında kalmıştı, büyük tepkiler sonrası çok yetersiz bir çaba gösterdi. Ardından halkın büyük dayanışması devam etti. İktidarın bu alanda yaptığı ise gönüllü yardımı engellemek ve baltalamak, yapılan yardımlara AFAD damgası basmaya çalışmak oldu. Bu arada Kızılay’ın depremzedelere gönderilmek üzere çadır ve yiyecek satması gibi rezaletlere de tanık olundu. Deprem bölgesinde halen çadır, temiz su, ısınma ve hijyen maddelerine büyük bir ihtiyaç duyuluyor.

Depremin hemen ardından OHAL ilan edip öfkeyi bastırma, protestoları ezme yoluna giren iktidar, seçimlerin yaklaşmış olması nedeniyle alelacele deprem bölgesinde yeni inşaat faaliyetlerine girişti. Artçılar devam ederken daha önce de olduğu gibi aşırı rant ve kara dayalı bu hamle, bilim insanların haklı uyarısıyla yeni “mezar evler” inşa etmek anlamına geliyor. Bilim insanları daha önce de “deprem değil bina öldürür” uyarıları yapmışlardı. Ama görüldü ki aynı zamanda iktidarda öldürüyor. Nedeni ise açık: tam bir yağmacı anlayışla aşırı rant ve kara dayanan, bunları imar afları ile destekleyen bir yönetim anlayışı bu büyük yıkım ve felaketin birinci derecede sorumlusudur. Bu gerçeğin üstünü iktidarın ürettiği hiçbir demagoji ve yalan örtemeyecektir.

Tüm bunlar yaşanırken küçük bir politik deprem sayılabilecek başka bir gelişme daha oldu. Akşener’in partisi iki yıla yakın ortak çalıştı, pek çok ortak belgeye imza attığı Millet İttifakı’ndan, üstelik onlara sövüp, sayarak ayrıldı. Bu ayrılığın nedeni masanın 6 üyesinden 5’inin cumhurbaşkanlığına Kılıçdaroğlu’nu aday göstermesi olarak açıklandı. İyi Parti “kazanacak aday” sloganı ile hareket ediyor, Kılıçdaroğlu’nun “kökenleri” gerekçesi bazen açık, bazen üstü kapalı ileri sürüyor, Kılıçraroğlu’nun aday olması durumuna kazanamayacağı propagandasını alttan alta yapıyordu. Ancak İyi Parti ve Akşener’in hangi gerici amaçla, ya da hangi “derin güçlerin” etkisiyle yapılmış olursa olsun bu manevrası geri tepti. Yoğun bir kitle tepkisi ve partiden istifalar başladı. Birkaç gün içinde ittifak dışında kalacak bir İyi Parti’nin “tarih olacağı” anlaşıldı. Akşener bazı pazarlıklarla geri döndü ve yeniden ittifaktaki yerini aldı. Burada Akşener’in partisinin siyasi olarak ittifaktaki en gerici parti olduğu gerçeğinin altını kalınca çizmek gerekiyor.

Kılıçdaroğlu’nun aday olması ilerici, demokratik çevrelerce olumlu karşılandı. HDP’de “Kılıçdaroğlu’nun kendileri ile görüşmesi” gerektiği yönünde bir açıklama yaptı. Emek ve Özgürlük İttifakı bu durumda ayrı bir aday çıkarıp, çıkarmamayı tartışmayı gündemine aldı. Emek ve Özgürlük İttifakı demokratik hak ve özgürlüklerin sağlanacağı yönünde bir güvence alırsa muhtemelen ayrı aday çıkarmayacaktır. Şurası açıktır ki; faşist ve gerici yönelimli tek adam iktidarından kurtulmak, ülkenin temel sorunlarının çözülmesini sağlamayacak, ancak işçi ve emekçi halka bir nefes alma molası sağlayacaktır.

Bitirirken kısaca ifade etmek gerekir ki; demokratik hak ve özgürlüklerin kısmen de olsa egemen olduğu bir rejim kurulmasını sağlamak için mücadeleyi yükseltmek artık daha fazla olanaklıdır. Bu olanağı gerçeğe çevirmek ise bütünüyle Türk ve Kürt halkları içinde yapılacak çalışmaya, işçi ve emekçi halkın en temel ve acil talepleri için örgütlenmesine ve harekete geçirilmesine bağlıdır. Görülmektedir ki Erdoğan iktidarı seçimleri kazanmak için her türlü kirli ve karanlık yola ve yönteme başvuracaktır. Tribünlerde yükselen “hükümet istifa” sloganlarını engellemek ve Bursa’da olduğu gibi ırkçı, faşist sloganları yaygınlaştırmaya çalışmak, Kürt düşmanlığını körüklemek iktidarın seçimlere giderken nasıl bir süreci egemen kılmak istediğinin güçlü bir işaretidir. Ama bu provokatif adımlar, estirecekleri terör iktidarın başarılı olacağı anlamına gelmemektedir. Bunları püskürtmek, iktidar ve yandaşlarını bozguna uğratmak olanaklıdır. Ama bunun için en geniş güçlerle hareket etmeyi ve bunların asgari örgütlenmesini sağlamak gerekiyor. Bu başarılabilir ve başarmak için mutlak bir kararlılık ve enerji ile, büyük bir yetenekle çalışmak gerekiyor. Bu çalışmanın başarısı, seçimler sonrasında Türk ve Kürt halkının demokrasi ve özgürlükler mücadelesini daha ileriye taşıyacak, her iki ulustan işçi ve emekçiler için sermaye egemenliğini yıkma mücadelesinde koşulların daha olgun olmasını sağlayacaktır. Bu nedenle Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu mücadelenin motor gücü olması büyük bir önem taşıyor.