Gaz, Gazze ve Batı emperyalizmi

Gazze’ye yönelik mevcut saldırı, yakıt gibi kaynakların çalınmasından ve Filistin genelinde yaşamı idame ettiren altyapının sistematik olarak yok edilmesinden ayrı değerlendirilemez. Gazze’ye yönelik saldırının başlamasından sadece on gün sonra Dünya Sağlık Örgütü Gazze’de «24 saatten az su, elektrik ve yakıt kaldığını» açıkladı. 24 Ekim’e gelindiğinde ve acımasız bombardımanın ortasında Gazze Sağlık Bakanlığı, yaklaşan yakıt sıkıntısı nedeniyle aralarında Beit Lahia Endonezya Hastanesi’nin de bulunduğu birçok hastanenin 48 saat içinde kapanacağı uyarısında bulundu. 20 Kasım’da ABD’nin «ekonomik canlandırma planı» nın bir parçası olarak Gazze açıklarındaki gaz sahalarından yararlanma planlarını araştırdığı haberi geldi. Bazı çevreler bunu, bu gaz sahalarının Gazze’ye yönelik İsrail ve ABD destekli saldırıların gizli bir nedeni olduğu şeklinde yorumladılar.

Gazze Marine doğal gaz sahası

İsrail’in merkezinde yer aldığı siyonist projenin amacı, uzun vadeli hedefi olan yerleşimci-sömürgeci bir ulus devlet inşa etmenin yanı sıra, bölgede Batı emperyalizmi için bir vekil olarak da varlığını sürdürmektir. Bu rolü oynamasının önemli bir yolu, Avrupa Birliği’ne (AB) çalıntı gaz ihraç etmek ve Ürdün, Mısır ve BAE gibi yerel normalleştirici komşu devletlerle gaz anlaşmaları yapmaktır.
25 yıl önce British Gas Group (BGG) Gazze açıklarında İsrail işgali altındaki Leviathan gaz sahası ile Mısır’ın Zohr gaz sahası arasında doğal gaz keşfetti. Gaza Marine 1 ve Gaza Marine 2 olarak bilinen bu sahalar, Filistinlilerin Akdeniz’deki doğal kaynaklarından kâr elde etmek isteyen İsrail devleti ve onun Amerikalı destekçileri için büyük bir ilgi odağıdır.
Gazze’nin enerji ve suyunun çoğu İsrail işgal yönetimi tarafından kontrol ediliyor ve Gazze Şeridi’nde bağımsız enerji üretim altyapısı kurma ve sürdürme planları hem Filistin Yönetimi hem de İsrail Siyonist devleti tarafından sürekli olarak engelleniyor. Bunun yerine, hem İsrail hem de kısmen Filistin Yönetimi, Gazze kıyılarından çalınan gazdan ve tuzdan arındırılmış sudan yararlanırken, Gazze’deki Filistinliler giderek daha da yıkıcı hale gelen enerji krizleriyle karşı karşıya kalıyor.
Netanyahu 7 Ekim’den sadece birkaç ay önce Filistin Yönetimi ve Mısır ile işbirliği içinde bu gaz sahasının geliştirilmesine onay verdiğini açıklamıştı. Şu anda, 20.000’den fazla Filistinlinin hava saldırısı ya da infaz yoluyla öldürülmesinin, 8.000’inin enkaz altında kalmasının, yüzlercesinin kaçırılıp işkence görmesinin, on binlercesinin yaralanmasının ve Gazze’de İsrail devleti tarafından hayati öneme sahip gaz kaynaklarını sömürmek üzere tasarlanmış kasıtlı bir enerji krizinin ardından, enerji devi Chevron, Mısır ve İsrailli yerleşimcilere tedarik sağlamak üzere Tamar ve Leviathan sahalarından gaz çıkarmaya yeniden başladı.

Bölgesel hâkimiyet

İsrail devletinin Filistin, Lübnan ve Mısır açıklarındaki sahalardan gaz çıkarmaya yönelik ilgisini anlamak için, bunu İsrail işgalinin 1990’larda Oslo Anlaşmaları ve bu anlaşmalar çerçevesinde Paris Protokolü ile somutlaştırılan emperyalist hedefleri içinde konumlandırmak gerekir.
Anlaşmalar, yerleşimlerin genişlemesini, devletin askerileşmesini ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tabandan gelen meşruiyetinin geçersiz kılınmasını teşvik etmenin ötesinde, Filistinlileri Siyonist rejime tam bir ekonomik boyunduruk altına sokmuştur. Anlaşmaların işgal altındaki Batı Şeria’yı sömürgeci harita çizimi yoluyla keyfi kategorilere ayırması, Filistinlilerin yaşamlarını idame ettirecek doğal kaynaklara erişimini fiziksel olarak kısıtlamış ve daha da önemlisi, komprador Filistin Yönetimi rejimine Gazze ve Mısır açıklarındaki Filistin gaz sahalarına erişebilme «hakkı» verirken, çalınan gazın yurtdışına ihraç edilmesinin önünü açmıştır.
Oslo anlaşmasından otuz yıl sonra Filistinliler, her türlü ekonomik istikrar potansiyelini sabote etmek üzere tasarlanmış, Filistin Yönetimi ve uşakları tarafından kolaylaştırılan ve İsrail İşgal Güçlerinin sürekli saldırıları, işgalleri, bombalamaları ve sömürgeci şiddeti ile daha da kötüleşen kasıtlı bir az gelişmişlik durumunda kalmaya devam etmektedir.
Bu durum dünyanın hiçbir yerinde Gazze’de olduğu kadar açık değildir. Hamas 2007’de Filistinliler tarafından seçilmeden önce, dönemin başbakanı Ehud Olmert ile Filistin Yönetimi arasındaki «barış» müzakereleri, İsrail işgalinin 2009’dan itibaren yıllık 4 milyar dolar değerinde gaz satın almasını içeriyordu. Ancak Hamas’ın 2007’deki zaferi, Gazze’ye acımasız bir hava, kara ve deniz ablukası uygulanmasıyla olası anlaşmaları fiilen geçersiz kıldı. Arka planda, Siyonist rejim yaklaşan 2008 Gazze işgalini planlarken aynı zamanda İngiliz doğal gaz tedarikçisi BGG ile 15 yıllık bir anlaşmaya varmaya çalışıyordu.
Mısır 2005 yılında İsrail devletiyle bir gaz anlaşması imzaladıktan ve 2009 yılında Tamar gaz sahası keşfedildikten sonra, Gazze kıyılarından gaz çıkarma ve ihraç etme ihtiyacı artık acil olmaktan çıktı. Ancak bugün de gördüğümüz gibi, Gazze’ye yönelik Ortaçağ kuşatmasını sürdürürken Gazze’nin deniz sahalarından faydalanma planları sona ermedi.

Bu planlar Gazze kıyılarıyla da sınırlı kalmadı

Lübnan 2010 yılından bu yana İsrail işgali ile deniz sınırları konusunda bir anlaşmazlık içinde. Ekim 2022’de ABD’nin aracılık ettiği tarihi bir deniz sınırı anlaşması imzalandı. Anlaşma, ABD’yi gaz sahalarından yapılacak tüm üretim süreçlerinde daimi gözlemci, denetçi ve arabulucu olarak görevlendirirken, «şu anda bilinen ve daha sonra tespit edilecek» tüm kaynaklara ilişkin verilerin ABD ile paylaşılmasını da zorunlu kılıyor. Ayrıca, anlaşma sadece ABD tarafından onaylanan ve denetlenen «saygın, uluslararası şirketlerin» sahalardan gaz çıkarmasına izin veriyor ve Lübnan’ın ihtilaflı bölgenin yaklaşık üçte biri üzerindeki kontrolünü kısıtlıyor. Lübnan’ın verdiği tavizler muhtemelen ülkenin giderek kötüleşen ve anlaşmanın Amerikalı aracıları tarafından kolayca istismar edilen ekonomik koşullarından kaynaklanıyor.
Benzer şekilde 2016 yılında Ürdün’ün Ulusal Elektrik Enerjisi şirketi İsrail devleti ve enerji şirketleri Delek Drilling, Ratio ve Noble Energy ile 15 yıllık tartışmalı bir normalleşme anlaşması imzaladı. Aralık 2019’da İsrail devleti Leviathan sahasından Ürdün’e çalıntı gaz ihraç etmeye başladı. 2022’de Ürdün Kralı II.Abdullah, Mısır’ın COP27 zirvesinde Isaac Herzog ile bir araya gelerek Akdeniz’den çalınan suyun Ürdün’ün güneş enerjisinden elde edilen enerjiyle takas edilmesini öngören bir anlaşma için mutabakat zaptı imzaladı.

Emperyalizme meydan okumak

İsrail Siyonist rejiminin Filistin sınırlarını çevreleyen gaz yataklarına olan ilgisi, Lenin’in ya da Walter Rodney’in How Europe Underdeveloped Africa (Avrupa Afrika’yı Nasıl Azgeliştirdi) adlı kitabında tanımlandığı şekliyle emperyalizmin ders kitabı niteliğindeki bir örneğidir: yani üretimin ve tekellerin (ABD ve İngiltere’ye bağlı enerji şirketlerinin) yoğunlaşması ve sermayenin ihracı.
NATO’nun Ukrayna’da yürüttüğü savaşın ve Kuzey Akım boru hattı patlamasının yol açtığı küresel enerji krizini «çözme» aldatmacası ile bu kaynak hırsızlığını Filistinlilerden gizlemeye çalışsalar da İngiltere, ABD, AB ve İsrail devleti, Ürdün, Mısır ve şimdi de Lübnan ile yapılan anlaşmaların ötesinde, Leviathan gaz sahasından çaldıkları gazın Avrupa enerji pazarına ihracatını güvence altına almakla meşgullerdi. İşte bu nedenle Yemen’in İsrail’e giden ve gelen nakliye yollarına yönelik stratejik saldırıları, bu soykırım rejiminin devamlılığı için gerçek bir tehdittir: Gazze’ye yönelik bu saldırının enerji maliyeti çok yüksek olursa, FKÖ’ye enerji ve silah tedarik eden mega şirketlerin sevkiyatları tamamen durdurması ve küresel ticaret ekonomisini tehdit etmesi daha olası olacaktır.
Filistin ve Arap gaz sahalarından daha fazla hırsızlık yapılacağına dair her duyuruya, İsrail’in sömürge sınırları etrafında «emniyet» ve «güvenliği» sağlama çabasına yapılan vurgu eşlik etmektedir. Doğal kaynakların çalınması ve Chevron ve Total gibi dev enerji şirketleri de dahil olmak üzere Siyonist rejim ve sponsorları için potansiyel kâr, Gazze’nin kıyılarına nüfuz etme ısrarının ardındaki itici güçtür. Ancak, en önemlisi, tüm bunlar Siyonist yerleşimci-sömürgeci projenin ve onun emperyalist bir vekil olarak işlevinin daha geniş zeminine dayanmaktadır: etnik temizlik, toprak hırsızlığı, mülksüzleştirme ve Filistinlilerin yapısal ekonomik boyunduruk altına alınması. Dolayısıyla gerçek kurtuluş, Siyonist projenin sömürgeci sınırlar, askeri kontrol noktaları ve ablukalardan denizlerin altındaki parazit erişimine kadar tüm biçimlerinin sona ermesi anlamına gelmektedir.

Çeviri: Metin Alan
Kaynak:Tara Alami – https://mondoweiss.net/2023/12/gas-gaza-and-western-imperialism/