Sermaye partileri savaş rantı peşinde

Bir aydan fazla bir süredir Ukrayna‘da devam eden savaş, ABD güdümlü NATO ve bu hatta hizaya getirilmiş Avrupalı diğer emperyalist güçlerin farklı yöntemlerle savaşın içinde olmalarıyla beraber, Rusya’nın Ukrayna sınırlarını geçerek başlattığı saldırı sanılanın ve beklenenin aksine daha geniş bir zamana yayıldı. Cephede fili olarak sürdürülen çatışmaların yanında NATO öncülüğünde emperyalist batılı güçlerin Rusya’ya karşı sürdürdüğü ambargo ve ekonomik savaş, dünya jandarmalığından pay kapmak üzere rakip olma pozisyonuyla ortaya çıkma gücü taşıyan diğer emperyalist devletlere de tehditle ders vermek üzere ABD tarafından fırsata çevrilmiş durumda. Yaşanan gelişmelerin ve izlenen bu politikanın İsviçre içinde de tartışılan ve gündeme gelen tüm başlıklar göze alındığında önemli sonuçlar doğurduğu; ekonomik, siyasal toplumsal ve sosyolojik birçok sorunun gündeme gelmesiyle bu sorunlar üzerine başlayan farklı toplumsal eğilimleri besleyen politik ve sosyal reflekslerin daha da belirgin ortaya çıkmasını sağladığı söylenebilir.

Bu durum her şeyden önce ‘tarafsızlık’ iddiasıyla çizdiği dış politik hattından ayrılarak, Rusya’ya karşı ilan edilen ekonomik ambargo, yaptırım ve uygulamaların sürdürümüne dahil olan ve bunlardan kendi payına düşeni yerine getirmek üzere harekete geçen federal konseyin aldığı kararlarda kendini belli etti. Başlangıçta daha ihtiyatlı açıklamalarla duruma yaklaşan, diyalog arayışı vurgusunu öne çıkaran federal söylem, kısa sürede yerini NATO korosunun çıkardığı seslere dahil olmaya bıraktı. Zaten mevcut durum ve yaşanan gelişmeler İsviçre’nin izleyeceği tutumun ilk yapılan açıklamalar çerçevesinde kalamayacağını gösteriyordu. Nihayetinde Fransa ve Almanya’nın başlangıçta vermeye çalıştığı cılız çatlak sesler ABD baskısına dayanamayarak tek ses olmuştu bunların yanında İsviçre’den aksi bir yaklaşımın ortaya çıkması çok da mümkün değildi ve İsviçre de AB’nin tutumuna mahkumdu.

Neticede bu kararların alınmasının birçok farklı yönünün olması sorgulanmaya değer gerekçeler oluşturuyor. Bunlardan ilk öne çıkanı yaptırım ve ambargo kararlarında Federal Konsey’in AB kararlarını olduğu gibi devralarak uygulamaya koymasıydı. Ancak bu kararların uygulanmasında radikal bir yönelimin olmadığını belli başlı kimi alanlarda sembolik kimi alanlarda da göz doldurma amaçlı girişimler olduğunu söyleyebiliriz.  NATO bileşeni ülkeler tarafından Ukrayna’ya sevk edilen silahlar ve savunma sistemlerinin yanı sıra milyarlarca dolarlık para yardımıyla savaşın daha uzun bir süreye yayılmasını sağlama stratejisiyle beraber ekonomik anlamda Rusya’nın güçsüz kalmasını, özellikle İsviçre bankalarında bulunan Rus oligarklarına ait sermayenin dondurulmasına dair atılan adımlar ikna edici olmamış ki AB, İsviçre’den 200 milyar frank değerindeki mevduatların tamamının dondurulması çağrılarını yineleyip durdu. Oluşturulan bu baskı Rusya piyasasındaki İsviçre tekelleri ve firmaları açısından da sınırlayıcı bir rol oynadı. Novartis, Nestle, Coop Lindt&Sprüngli gibi tekeller ve işetmelerin bazıları faaliyetlerini durdurdu bazıları ise sınırladı. Nestle gıda tekelinin sadece kısmi sınırlama ile yetinmesi uluslararası alanda Nestle’nin boykot edilmesine dair çağrıları gündeme getirdi. Rusya’yı yaptırım, ambargo ve ekonomik olarak çökertmeye yönelik NATO merkezli tutumun giderek İsviçre’nin de görünür resmi tutumu olarak ağırlık kazanmasının ortaya çıkardığı tablo, ekonomik ilişkilerde İsviçre’nin AB ve ABD ile ne kadar iç içe geçmişliğine dair resimdir aynı zamanda.

Ekonomisinin %70’i ihracata dayanan İsviçre’nin dış ticarette aslan payını ABD ve AB pazarı oluşturuyor, UBS ve Credit Suisse gibi bankaların da en önemli faaliyet ülkeleri bu ülkeler. Bu pazar payının yarattığı bağımlılık ve kabul edilebilir bir sürede alternatifinin oluşamayacak olması ki bu da öznel ve nesnel olarak başka birçok olguya ve soruna bağlı, İsviçre’nin ambargo ve yaptırımlar konusunda AB’ci NATO’cu çizgiye kilitlenmesini beraber getiriyor ve iddia edilen ‘tarafsızlık’ tutumunun da üstü örtülemeyecek şekilde tökezlediği yer oluyor. Nihayetinde banka gizliliği konusunda İsviçre mali sermayesine ilk golü 2008 krizi sonrasına ABD atmış ve AB’de buradan devralarak İsviçre’yi sıkıştırmaya ve AB üyesi olamasa da de facto öyle davranmaya mecbur bırakmaya yönelik çerçeveyi çizmişti. Bu çerçeve bugün de geçerli ve bunun yarattığı çıkar çatışmalarının aldığı boyut İsviçre – AB ikili anlaşmalarının uzatılmasına yönelik içerik belirlenmesinde görülmüştü. Bu konuda İsviçre burjuvazisinin yekpare bir tutum içerisinde olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Özellikle SVP’nin sözcülüğünü yaptığı sermaye odakları adı Putin’i anlamak ve İsviçre’nin tarafsızlığını korumak olan benzeri tanımlamalarla kendi ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik çıkışlarla gündeme geldiler.      Bu çıkışlar siyasi partiler nazarında konuya göre yan yana duruşları da değiştirdi. Örneğin bunlardan SP, Yeşiller, FDP ve die Mitte Rusya’ya yönelik yaptırım uygulamalara İsviçre’nin aktif bir biçimde katılıp üstüne düşeni yapmasını savunurlarken, SVP AB’nin peşine takılarak verilmiş yaptırım uygulamalarına karşı çıkıp arabulucu pozisyonunun terk edilmemesi gerektiğini savunuyordu. Böylelikle patlayan Ukrayna savaşının uluslararası etkileri farklı renklerdeki sermaye partilerini iç politikadaki kapışma alanları üzerinden bu vesileyle yeniden karşı karşıya getirerek; bu partileri hamle yapmaya zorluyordu. SVP, AB- İsviçre ilişkilerini konu alan iç politika hattında daha önce izlediği ve diğer sermaye partileri karşısında yenilgiye düştüğü çizgisini savaş koşullarının yarattığı gelişmelerle yeniden güncelleme ve bir kazanıma dönüştürme yolunu izliyor ve fırsatçılığını bu meselede de elden bırakmıyor.

Bu fırsatçılığın benzer şekilde göçmen meselesi, akaryakıt zamları gibi konularda da ‘ezber bozan’ bir tutumla gösterilmesi, SVP’nin önümüzdeki dönem iç politikada nispi olarak kaybettiği bazı etki alanlarını yeniden ele geçirme girişimleri olarak okunabilir. Akaryakıt satış fiyatlarında 7 kuruşluk vergi indirimi talebi üzerinden Yeşiller ve çevre hareketiyle karşı karşıya gelişinin kaynağında SVP’nin emekçi yığınların alım gücünü yükseltmek üzere girişimde bulunduğu sanısı oldukça aldatıcı bir duruma yol açacaktır. Keza aynı gelişmeler F 35 savaş uçaklarının alımı, savunma ve ordunun bütçesinin GSMH’nin yüzde birine yükseltilmek üzere 2 milyar frank arttırılması, orduya ek olarak 20 bin personel alınması gibi militarist pozisyonunu güçlendirmeye yönelik talepleri, savaşın geniş kitleler üzerinde yarattığı etkiyi kullanarak kabul görmesini sağlama fırsatçılığını ifade ediyor. Ama bu söylemin bazı kesimler üzerinde bir etki yaratacağının da göz ardı edilmemesi gerekiyor. Silahlanma bütçesinin arttırılması ordunun güçlendirilmesi gibi talepler, FDP ve diğer muhafazakâr parti çevrelerinin bir kısmı tarafından da desteklenirken, İsviçre’nin BM Güvenlik Konseyi’ne girmesi üzerine burjuva partiler arasında yürütülen tartışmalarda yine aynı partilerin bir araya gelişinde değişik eğilimler ortaya çıkıyor. Aslına bakılırsa bu konular bugün ortaya çıkmış konular değil ve Avrupa sınırları içerisinde yaşanan savaş, politik olarak güç kazanmak üzere reaksiyon gösteren farklı burjuva mihrakların ve onların temsil ettiği tekellerin ve sermaye çevrelerinin yaşananların hazırlayıcısı, kışkırtıcısı ve istismarcısı olarak çıkar çatışmasıyla birbirlerine diş geçirmeye çalıştığı bir iç politik çekişmeyi de gözler önüne seriyor.

Bu gelişmelerin yanı sıra kitlelerde ilk haftalarda ortaya çıkan savaşın ve Ukrayna’ya saldırıların sonlandırılması çağrılarına ve barış talebi için yapılan eylemlerin içeriğine de değinmek gerekiyor. İsviçre’nin farklı yelerinde yapılan eylem ve gösterilere on binlerce kişinin katılması savaşa karşı gösterilen reaksiyon açısından iyiydi. Ancak bu gösteriler ağırlıklı olarak Rusya’nın saldırganlığına kilitlenmiş, bir savaş ve suç örgütü olarak NATO ve batılı emperyalistlerin bu durumun ortaya çıkmasındaki rolüne yönelik tutumun kendisini ıska geçmişti. Bu geçilen ıska, neticede yukarıda ana hatlarıyla özetlenmeye çalışılan gelişmelerin sermaye siyasetçileri açısından istismar edilebilirliğini daha da olanaklı hale getirdi ve burjuva siyasi mihraklar savaştan sadece ekonomik değil siyasi rant sağlamanın da manevra alanını güçlendirmiş oldular. Dolayısıyla tutarlı bir barış talebinin geniş yığınların savunduğu gerçek bir barış talebine dönüşmesi ihtiyacı ivedi olmasının yanı sıra aldatıcı ve sahte emperyalist cephenin propagandasına ve politikasına yedeklenmeden sürdürülmesi açısından da zaruridir. Bunun sağlanabilmesinin ilk koşullarından biri de İsviçre’de geniş halk yığınlarının İsviçre’nin kendi emperyalizmine karşı mücadele etmek üzere örgütlenebilmesidir. Ancak o zaman NATO’ya, silahlanmaya karşı mücadelenin güçlendirilmesi, dünyanın emperyalist güçler arasında paylaşılması kaynaklı kanlı müdahalelerin geriletebilmesi, burjuva aldatıcılığın sökülüp atılması daha da güç kazanabilecek; emekçi yığınlar yaşamlarına içkin taleplerini sosyal, ekonomik ve politik kazanımlarını ilerletebilecektir.