Kâr payları, güç ve ikiyüzlülükler

Emek tarafından yaratılan zenginliğin yeniden dağılımı, temettülerin (kâr paylarının) sürekli büyümesiyle sermaye lehine giderek dengesizleşmektedir
Gazetelerde, radyo ya da televizyon yorumlarında dünya ya da ulusal borsaların performansını izleyen ya da dinleyenler, borsa hisselerinde ulaşılan rekorlardan ya da dağıtılan ve giderek artan cömert temettülerden etkilenmemeleri mümkün değildir. Örneğin geçtiğimiz günlerde petrol şirketi Saudi Aramco’nun (eski Credit Suisse’in ana hissedarı olan ve şimdi UBS’e devredilen Suudi Arabistan’ın ve dünyanın önde gelen petrol şirketi) geçen yıl için 100 milyar dolar temettü dağıttığını ve bu yıl 120 milyarı aşma ihtimali olduğunu duyan sıradan bir vatandaş için bu rakam iki sorulu bir anlam taşımaktadır. Birincisi, benzinin kendisine ne kadara mal olduğu, ikincisi de petrol satanların iklim politikalarını nasıl hiçe saydığı.
Ancak hepsi bu kadar değil: dünya genelinde kâr payları yeni bir rekor kırdı ve bu yıl da 1.720 milyar ABD dolarını aşması bekleniyor. Yirmi kadar ülkede rekor kırılırken, İsviçre %17’lik ortalama artışla bu alanda başı çekti. Bu rakamların verilmesinin nedeni iki gerçeğin altını çizmek: birincisi, bunun açıkça genelleştirilmiş bir sistem olduğu; ikincisi ise çifte ikiyüzlülükle karşı karşıya kalınmış olması.
Hissedarlar için yaratılan değerin mevcut ve giderek artan önceliği göz önüne alındığında, yaratılan değerin paylaşımının bir gün müzakere edilip yeniden dengelenebileceği fikri yanıltıcı görünmektedir. Neredeyse 1970’lerin başından beri ‘hissedar değeri’ olarak adlandırılan değerin yaratılması şirketlerin hayatında belirleyici bir ağırlık kazanmıştır.
Öyle ki, kapatmalar, yeniden yapılandırmalar, işten çıkarmalar, şantajlar, başka yerlere taşınmalar ve sözde ‘ücret ılımlılığı’nın dayatılması ve dolayısıyla ücret artışlarına ya da yaratılan zenginliğin daha adil bir şekilde dağıtılmasına karşı çıkılması, her zaman bu sistem ve bu ilkeler temelinde ve her zaman ekonomiyi (ve istihdamı) korumak adına, temel bir davranış kuralı olarak dayatılmaktadır. Gelir eşitsizliklerinin büyümesi ve işçi haklarının ya da çalışma koşullarının sürekli olarak zayıflatılmaya çalışılması, temelde yatan bu sistemin bir sonucudur. Ve bu, benimsenen ve sistemli hale getirilen ilk ikiyüzlülüktür.
Muazzam güçleriyle şirketleri finansal olarak besleyenler bankalardır. Kredi verme ya da vermeme gücünün yanı sıra, sahip oldukları mevduatlara bakmaksızın ve denetim otoritelerine rağmen, açgözlülük ve muazzam spekülatif riskle kendi fonlarının kârlılığını (ve ardından temettülerini) artırmaya çalışarak kutsal para yaratma gücüne de sahiptirler. Dolayısıyla ‘sistemik’ hale gelen, yani sistem için elzem kabul edilen, batması mümkün olmayan ve ekonomiyi mahvetme pahasına (vergi mükelleflerinin parasıyla bile olsa) korunması gereken bankalar vardır. Bu da yaratılan değerin daha iyi bir dağılımını elde etmek için bankaların gücünü gözden geçirmeye yönelik siyasi bir istekliliğin olmadığının göstergesidir (aksine, ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasını aşan ve kurumları ve siyaseti koşullandıran ‘korkunç’ bankalar yaratılmaktadır). Bu da ikinci ikiyüzlülüktür.
Yaratılan değerin dağılımında da bir güç sorunu olduğu açıktır. Ve dolayısıyla bir demokrasi sorunu. Ve bunu dengeleyecek güç de sendikaların ve işçi sınıfının örgütlü gücüdür.

Silvano TOPPI – Ekonomist emekli gazeteci
Çeviri : Metin Alan