Yaşam tarzıyla, umutla oynamak; tehlikelidir!

 

Bugünlerde  dünya halkları, ekonomik krizin ve Ukrayna’daki savaşın etkilerine karşı, adeta yaşam savaşı veriyor. Emekçiler,enflasyonla nasıl başedeceğinin,soğuk kış günlerinde nasıl ısınacağının derdindeyken; T. Erdoğan, kendi halkına ve gençliğine savaş açıyor.Erdoğan, yıllardır ardındaki %90 medya desteğine ve devlet gücüne dayanarak; provakasyon ve gerginlik taktiğiyle, dini değerlerin istismarıyla, dışarıda ve içeride yapay düşmanlar yaratarak; emekçileri  bölüp ayrıştırdı.Erdoğan,aynı çizgiyi izleyerek, 2023 Haziran’ındaki seçimleri kazanmak, mafyatik düzenini ve  saltanatını sürdürmek arzusunda..

Tayyip Erdoğan, halkın ve gençliğin özlem ve umutlarını; 28 Eylül’de Etlik Şehir Hastanesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, ‘aşağılık hevesler’ olarak tanımladı: ‘Vatanlarını yaşanmaz bulanlar vatanlarını yaşanmaz kılanlardır…Özellikle sırf daha iyi arabaya binmek, daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi sufli(=aşağılık) heveslerle başka ülkelerin başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz’ dedi. İnsanlar, kendi ülkesindeki yaşamdan mutlu olsalar, yabancı ülkede yaşayacakları zorlukları, ölümcül riskleri  göze alarak, yurdunu terkeder mi? Bu söylem, Türkiye’den  Avrupa’ya  ekonomik ve politik nedenlerle yerleşen 2 milyonu aşkın Türkiye vatandaşına da  ‘aşağılık’  bir hakarettir. Yurdunu ekonomik, politik vb. nedenlerle terkederek göç yollarına koyulmak; sadece bize özgü olmayıp evrensel bir olgudur. BM. raporlarına göre, cinsel şiddet,  savaş, soykırım,kıtlık vb. nedenlerle  doğduğu toprakları,özyurdunu  terkeden göçmenlerin sayısı, 500 milyon kadardır. Hangi  gerekçeyle olursa olsun yurtdışına gidenler,Türkiye’de yaşayamadığı için gittiler.Devrimciler,demokratlar;12 Eylül Faşist Askeri Cunta döneminde, Aleviler  Çorum ve Maraş’taki alevi katliamından sonra, Kürtler, 1990’larda  faşist devlet terörüyle köylerinin yakılması ve soykırım sürecinin başlatılmasından sonra; yurtdışına yöneldiler. Ülkeyi, onyıllardır sömürü ve faşist baskıyla yönetenler, halkın kaynaklarını, emeğini emperyalistlere peşkeş çektiler, din istismarcılığıyla vatandaşa  ‘öteki dünya cenneti’ nin mutluluğunu öğütlediler.Öte yandan ise, cukkalarına  milyarlarca dolar istifleyerek; Türkiye’yi, yarı-açık cezaevine, ‘cehennnem’e  çevirdiler. Bu sürecin  son 20 yılının bilançosu,T.Erdoğan ve şürekasına aittir.

Son yıllarda  gençlerin yurdışına gitme eğiliminin artışı, bir gerçektir..12 Eylül Faşist Cuntasını aşan boyutta hak ve özgürlüklerin engellenmesi, gençlerin yaşam tarzına karışılması, ekonomik iflas, işşizlik,yoksulluk koşulları; eğitimli işgücünün, gençlerin, % 80 ‘ninin  yurtdışına kapağı atma  arzusunu tetikleyen etkenlerdir. Doların 18.54 le rekor kırdığı, enflasyonun % 100 leri aştığı, asgari ücretin kiraları doğal gaz ve elektrik faturalarına bile yetmediği, bir ekonomik tabloyla  karşı karşıyayız. Türk.İş’in son araştırmasına göre, Eylül ayında açlık sınırı 7 bin 245 lira, dört kişilk bir ailenin yapması gereken toplam harcama, yani yoksulluk sınırı 23 bin 600 lira oldu.Türkiye’de kız çocuklarının yüzde 85’i, oğlan çocuklarının % 69’u yetersiz besleniyor, düşük kilo ve kansızlıkla mücadele ediyor. Çocuklar okula boş beslenme çantalarıyla gidiyor,kadınlar hijyenik ürünlerini alamıyor, anneler çocuklarını deterjanla yıkıyorlar. Üniversiteli gençler, kalacak yurt bulamıyor, okullarına yürüyerek gitmek zorunda kalıyorlar. Ekonomik yoksullaştırmanın yanısıra, kölece biat kültürü dayatılmakta, emekçilerin, gençlerin,kadınların, kürtlerin, alevilerin  hak ve özgürlükleri gaspedilmektedir. Gençlerin yaşam tarzına yönelik baskıların ardı arkası kesilmiyor. Konserler yasaklanıyor, bayan sanatçılar giyim ve kuşamından ötürü linç ediliyor,  kadın katliamları son bulmuyor. Ramazanda sigara içenlere,oruç tutmayanlara,kürtçe müzik dinleyenlere, LGBT bireylere, küpe takan gençlere, suriyeli göçmenlere  yönelik ırkçı saldırılar; AKP-MHP faşizan döneminde, sıradan olaylar haline geldi. AKP-MHP faşist bloku, işşsiz,barınacak yurt bulamayan, ulaşıma parası olmayan ve çoğu zaman okuluna yürüyerek giden gençlerde, araba, telefon hayali kuracak takat bile  bırakmadı.Onların gelecekleri ve umutları, mevcut iktidar tarafından çalındı. Kaldı ki, insanlığın günlük tüketim kalıplarına girmiş araba,telefon,tatil vb.istemleri karşılayacak refah düzeyi, sağlıklı yaşam, barınma,eğitim gibi talepler; sosyal bir devletin zaten üstlenmesi gereken görevlerdir.Bu istekleri, hor görerek ‘aşağılık heves’ olarak damgalamak; halktan iyice kopmuş olmanın göstergesi değilse,onarılmaz bir ruhsal bozukluk alametidir.Yok  eğer bilinçli bir söylemse, emekçileri ve gençleri kışkırtarak onları isyana davet anlamına gelmektedir ki; o halde  bu davet, kesinlikle yanıtsız bırakılmamalıdır.

Gezi Direnişi, yaşam tarzıyla, çevreyle oynamanın riskini,egemenlere göstermişti. Ama ders alınmamışa benziyor. Mahsa  Amini’nin, İran ahlak polisince dövülerek  öldürülmesi, önce yaygın protesto gösterilerine ve ardından ekonomik koşulların yoksullaştırdığı İran halkının ayaklanmasına dönüştü. Köşeye sıkıştırılmış ezilen  bir halkın, önünde sonunda patlayacağı; bilimsel sosyolojik, bir gerçektir. Sınıf mücadelesi bu şekilde ’kendiliğinden’ başlayan  sayısız isyanı kaydeder, ama sadece örgütlü olan güçlerin ve sınıfların, iktidarı ele geçirdiğine tanıklık eder. İnsanların  iyi yaşam özlemini, umudunu, ‘’aşağılık heves’’ olarak adlandıran T. Erdoğan’da, ateşle oynamakta, rüzgar ekmektedir. Fakat  fırtınayı göreceği günler de yakındır. Geçtiğimiz günlerde, deklarasyonla kuruluşunu açıklayan ‘Emek ve Özgürlük ittifakı’, emekçilerin, gençlerin,kadınların kitle örgütlerinin desteğiyle geliştirilip güçlendirildiğinde; kendiliğindenliğin önüne geçerek, faşizmi karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesinin, iktidara yürüyüşün; güçlü bir silahı olacaktır.