YASAL ENGELLER YURT DIŞINDA ÜRETİMLE DELİNİYOR

İsviçre, yüzyıllardır «tarafsızlık» kimliğini koruyan bir devlet olarak anılsa da, bu tarafsızlığın tarih boyunca emperyalist işleyişten bağımsız kalamadığı defalarca ortaya çıktı. Bugün yaşanan gelişmeler, İsviçre’nin kapitalist-emperyalist dünya sistemi içerisindeki konumunun, ideolojik tarafsızlık görüntüsünün ardında silah üretimi ve savaş ekonomisine doğrudan bağımlı olduğunu açıkça gösteriyor

Zira İsviçre’nin sembolik “tarafsızlık” ilkesi, ülkenin küçük ama stratejik silah sanayiini çıkmaza sürükledi. Ancak burjuvazi, ortaya çıkan bu çıkmazın bedelini, silah tüccarlarına değil, işçilere ödetiyor. Silah şirketleri, üretimi “rahat ihracat yapılabilen” ülkelere kaydırarak İsviçre’deki yüzlerce işçiyi işsiz bırakıyor. Son örnek, Neuchâtel kantonundaki Boudry’de bulunan Systems Assembling şirketinde yaşandı. Şirketin sahibi Peter Huber, kablo üretimi yapan tesislerinin büyük kısmını Portekiz’in Porto kenti yakınlarına taşıdı. Bu “lojistik” kararın hemen ardından, fabrikadaki 120 işçinin yarısı işinden edildi. Huber, “Yeni siparişler ancak ürünlerimiz İsviçre’de üretilmiyorsa alınıyordu” diyerek silah ekonomisinin “tarafsızlığı” nasıl kolayca çiğnediğini gözler önüne serdi.

SİLAH TİCARETİ ‘TARAFSIZLIK’ TANIMIYOR
İsviçre, 1815 Paris Antlaşması’yla şekillenen “tarafsız ülke” imajını yıllardır korumaya çalışıyor. Ancak bu imaj, pratikte emperyalist savaşlara ve işgallere karşı sessiz kalmayı, hatta kimi zaman dolaylı destek vermeyi içeriyor. II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sına ve İtalya’ya verilen silah kredileri bu gerçekliğin ilk örneğiydi. Bugün ise, Ukrayna’daki savaşın ardından silah sanayiinin Avrupa pazarında rekabet edebilmesi için tarafsızlık politikası yeniden esnetilmek isteniyor.
İsviçre burjuvazisi için tarafsızlık ilkesi, tarihsel olarak uluslararası sermaye akışını güvence altına almak ve ülkeyi bir finans merkezi haline getirmek için işlevsel bir araç olmuştur. Ancak bugün, Avrupa’da yeniden hızlanan silahlanma yarışı ve NATO merkezli askeri stratejiler karşısında bu ilke, sermayenin çıkarlarıyla doğrudan çelişir hale gelmiştir.
İsviçre yasaları, %50’den fazla İsviçre menşeli bileşen içeren silahların yeniden ihracına izin vermiyor. 2021’de parlamentonun istisna yetkisini kaldırması, sermayeyi daha «esnek» üretim alanlarına yöneltti. Böylece, üretim Portekiz gibi «sorunsuz» ülkelere kaydırılırken, İsviçreli işçiler kitlesel işten çıkarmalarla yüz yüze bırakıldı. Sadece birkaç ay sonra, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Avrupa silahlanma yarışına girince, İsviçre sermayesi kendine “çıkış yolu” olarak yurt dışına kaçışı seçti.

SAVAŞ KÂRLARI ARTIYOR
Sistemin derinleşen krizinin bir yansıması olarak, Avrupa merkezli devletlerarası çatışmaların tırmandığı bir dönemde silah sanayii yeni bir büyüme ivmesi yakalamaktadır. 2024’te dünya genelinde askeri harcamalar %9 artarken, İsviçre’nin silah ihracatı %30 geriledi. Çünkü başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri, İsviçre üretimi silahları ihalelerden dışlamaya başladı. İsviçre burjuvazisi bu yeni dalgayı kaçırmamak için kendi ülkesindeki üretim yasalarını aşacak yollar arıyordu. Bu nedenle İsviçre merkezli şirketler, üretimin montaj gibi kritik aşamalarını Almanya ve İtalya’ya taşımaya başladı. Böylece yeniden ihracat kısıtlamalarından kurtularak, Avrupa silah pazarındaki rekabet güçlerini koruma peşine düştüler. Rheinmetall, mühimmat üretimini Almanya’daki Unterlüß kentinde genişletirken, bazı hava savunma sistemlerini artık Zürih yerine Roma’dan gönderiyor. GDELS-Mowag CEO’su Giuseppe Chillari, açıkça itiraf etti: “İhalelere katılabilmemiz için ürünlerin İsviçre’de üretilmediğini garanti etmeliyiz.” Bu esasen kapitalist-emperyalist ülkelerdeki ekonomik ve siyasal yönelimin karakterini açığa çıkarmaktadır: Daha fazla silah üretimi, daha yoğun militarizasyon, daha derinleşen krizler.
Burada dikkat çekici olan, sermaye açısından «ulusal çıkar» söyleminin yalnızca esnek bir ideolojik maske işlevi görmesidir. Zira İsviçre burjuvazisi için esas olan, üretimin nerede yapıldığı değil, sermaye birikiminin kesintisiz biçimde sürdürülmesidir.

İŞÇİ SINIFI İÇİN GÜVENCESİZLİK, SERMAYE İÇİN YENİ İMKÂNLAR
İsviçre’de tarafsızlık ilkesi yasal olarak hala geçerliliğini koruyor. Ancak “Kaybedilen üretim kapasitesi artık geri dönmeyecek” diyen İsviçre Savunma Sanayi Derneği Genel Sekreteri Matthias Zoller’e göre bu ilke, sadece ihracatı kısıtlayan değil, aynı zamanda ülkenin sanayi altyapısını da zayıflatan bir noktaya geldi. İsviçre hükümetinin son dönemde yeniden ihracat izinlerini kolaylaştırma girişimleri, yaşanan çelişkinin devlet açısından nasıl çözümlenmeye çalışıldığını da göstermektedir. Parlamentoda gündeme gelen tasarılarda, NATO üyelerinin çoğunu kapsayacak şekilde 25 ülkeye ihracat izni muafiyeti getirilmesi önerilmektedir.
Ancak İsviçre Savunma Sanayi Derneği’nin de itiraf ettiği gibi, sermaye bir kez ülke dışına çıktıktan sonra üretim altyapısının geri getirilmesi olanaksız hale gelmektedir. Bu durum, yalnızca İsviçre işçi sınıfı için daha fazla işsizlik ve güvencesizlik anlamına gelmekle kalmayacak; aynı zamanda ülkenin emperyalist savaş ağları içindeki bağımlılığını da artıracaktır.
Öte yandan, Devletin ekonomik işleriyle ilgilenen SECO yetkilisi Andre Mittmann’in dile getirdiği gibi, ulusal sanayi altyapısının tasfiyesi, kriz anlarında dışa bağımlı bir savunma sisteminin doğmasına zemin hazırlamaktadır. Ancak bu uyarılar bile, silah sermayesinin üretimi daha esnek kuralların olduğu ülkelere taşımasını engelleyemiyor.

TARAFSIZLIK MASKESİNİN ALTINDA
EMPERYALİST HESAPLAR
Bugün ise tüm bu yaşananlara rağmen sağcı UDC/SVP, “ebedi tarafsızlık” ilkesini anayasaya koymak istiyor. Ancak aynı parti AB yaptırımlarına karşı daha bağımsız bir duruş sergiliyor. Gerçekte olan şey ise şu: Emperyalist savaşlara doğrudan katılmadan, dolaylı biçimde silah sağlayarak bu çarkın bir parçası olmaya devam etmek.
Bloomberg Economics uzmanı Antonio Barroso’nun da belirttiği gibi: “Bu kurallar, artık var olmayan bir dünya için yazılmıştı.” Devlet dışı silahlı grupların egemen olduğu bir dönemin ardından, yeniden devletlerarası savaşlara dönüş yapan dünya siyasetinde, İsviçre gibi ülkelerin tarafsızlığı, sadece sermayenin daha fazla kazanması için aşılabilir bir engel haline geliyor.
İsviçre örneği, kapitalist dünya sisteminde “tarafsızlık” gibi kavramların nesnel bir karşılığı olmadığını bir kez daha göstermektedir. Uluslararası ilişkilerde devletlerin tutumu, sermayenin çıkarları doğrultusunda biçimlenmekte; hukuki normlar ve tarihi kimlikler (tarafsızlık gibi), gerektiğinde sermaye birikiminin önündeki engelleri kaldıracak şekilde yeniden düzenlenmektedir.
Emperyalist sistemin yapısal krizinin derinleştiği günümüzde, işçi sınıfı açısından temel sorun, hangi ülkede yaşanırsa yaşansın, sermayenin çıkarları için savaşlara ve militarizme karşı ortak bir mücadeleyi örgütlemekten geçmektedir. İsviçre’de yaşanan bu süreç, sermayenin savaşla, militarizmle ve işçi sınıfına yönelik saldırılarla nasıl iç içe geçtiğinin canlı bir örneğidir.