Son yılların politik yaşamında sık duyduğumuz yeni kavramlardan biri; ‘algı yönetimi’dir. Bununla anlatılmak istenen, kitlelerin düşünce ve duygularına etkide bulunularak belli bir yöne kanalize edilmesi ve ‘onay’ ının alınmasıdır. Politik arenadaki rakiplerde, birbirlerini ‘algı yönetimi’ yapmakla suçlayıp dururlar. Algı yönetimi, yıllardır bilinen propaganda kavramının versiyonu olarak kullanıma sokuldu.
Kitlesel iletişimin geliştiği ve bir haberin, görüntünün saniyeler içinde, dünyanın her köşeşine ulaştığı çağımızda; gelişkin medyatik araçlarla etkili ve daha hızlı bir şekilde algılara müdahale etmek, olanaklı hale geldi. Duyguların gıdıklanarak kışkırtılması, beyinlerin esir alınması, kitlelerin tüketime ya da provakatif eylemlere yönlendirilmesi; kavramın kullanım alanını genişletti.. Gerçekte insanların duygularını, davranışlarını,eğilim ve düşünce sitematiğini bozuşturmada en etkin ve kalıcı klasik kurumsal yapı; kuşkusuz ‘eğitim’dir. Egemen düşüncelerin, doğmaların, empoze edilmesi, anaokulundan üniversiteye dek uzanan eğitimle sağlanır. Mevcut sömürü çarkının sürmesi için; politik alanda istismar edilen, genel kabul gören değerler kullanılır. Vatan-Millet-Ayet edebiyatıyla, ya da ataların kahramanlık masallarıyla; ulusal ve dinsel, ırkçı şoven söylemle, kitlelerin beynine, bilincine tecavüz edilir, yani ‘ikna’ edilirler. Camiler, kiliseler, havralar, kışla ve okullar, dinsel tarikat mekanları; bu ‘beyin yıkama’ nın ‘ikna odaları’dır. İkna, algı yönetimi ve propaganda kavramları arasında, bir Çin Seddi yoktur. Bu kavramalar, kitlelerin düşünce ve davranışlarını etkileme ve dönüştürmeyi amaçlayan ortak bir temele sahip olsalar da; nüanslar her zaman önemlidir. Sözkonusu olan, ancak devletin yapabileceği toplumun geniş kesimlerini hedef alan ve dışarıdan dayatılan algı operasyonu’dur Bu, iki kişi ya da grup arasında bir tartışmada ileri sürülen tez ve anti tezlerin çarpışması sonucu ortaklaşılan görüşten, bu nedenle farklıdır.
Burjuva propagandanın sonucunda ortaya çıkan çok yaygın bir yanılsama da şudur: geniş emekçi yığınlar, burjuvaziyle birlikte bir toplumsal sözleşmeyi (anayasayı) imzalayan, sömürü düzenini gönüllü onaylayan ortak (partner) olarak yansıtılır. Kapitalist düzenin varlığı, toplumun eşit yurttaşlarının ortak rızasına, onayına dayandırılır.. Oysa sözleşme (Jean-Jacques Rousseau’ nun ‘Sosyal Kontrat’ kavramı) feodal aristokrasiye karşı mücadele sürecinde iktidarı ele geçiren burjuvazinin, en başta kendi aralarındaki ilişkileri düzenleyen normları içerir. Bu anayasal normların, – ister burjuva demokratik isterse faşist diktatörlük biçimleri altında olsun – belli aralıklarla yapılan seçim ve referandum yoluyla halka onaylattırılması; ekonomik sömürüyü, baskı ve terörü meşrulaştırmaya dönük bir gösteriden ibarettir. Sistem çerçevesinde emekçi kitlelerin kullanageldiği hak ve özgürlükler, emekçilerin yüzlerce yıllık kan ve can bedeli sürdürdüğü sınıf mücadelesinin ürünüdürler. Bu hak ve özgürlüklerin korunması, yenilerinin kazanılması; ezilen sınıfların yürüttüğü mücadelenin düzeyine bağlıdır.
Genel olarak, burjuvazinin ‘algı yönetimi’yle kitleleri ‘ikna’ etmesi, ‘onay’larını alarak ‘ideolojik hegemonya’ sağlaması; ilk olarak, üretim araçlarına ve sermaye tekeline sahip bir sınıf olmasına; ikinci olarakta iktidarı ele geçirmesine ve bir baskı- zor aleti olan devleti, dilediğince kullanmasına bağlıdır.. Kapitalist ikna süreci, yalana, asparagas söyleme dayanır. Korkutma, santaj, suikastler, tutuklamalar, kitlesel katliamlar,soykırımlar; iknanın temel harcı durumundadır.. Kanlı katliamlar ve yalan sermayeye eşlik etmezse, burjuvazinin ne ekonomik egemenliği, ne de ideolojik hegomanyası gerçekleşemez; bunun süreklliği sağlanamaz. Kapitalist statüko ve kurumsal yapının yeniden üretilmesi ve onun farklı somut koşullarda, yeni yalan üretimiyle sürekli güncellenmesini gerektirir. Bunun için milyarlarca dolarlık bütçeler, örtülü ödenekler, yüzbinlerce yasal ve yasadışı kadrolu eleman kullanılır. Emekçiler, burjuvazinin siyasal iktidarını devirmeden, iktidarı ele geçirmeden; üretim araçlarını (basın – yayın araçları da dahil) toplumsal mülkiyeti haline getiremez, ideolojik hegemonyasını gerçekleştiremez.
Tekelci sermaye ve özel olarak onların işbaşına getirdikleri Hitler bozuntusu diktatörler; ‘’halk kitlelerinin cahil ve unutkan olduklarını’’ söyler, ölçüsüz yalanlarını hergün tekrarlayarak kusarlar. Bu amaçla tüm yalan üreten kurumlarını, Hitler’in, Gobbels’in emrinde tek bir propaganda bakanlığında birleştirmesi örneğinde olduğu gibi; merkezileştirirler.Türkiye’nin merkezileşmiş Gobbelsvari yalan üretim merkezi de, Saray’a bağlı Cumhurbakanlığı İletişim Başkanlığı’dır. Bu merkez, yüzde doksan dokuzununu ele geçirdikleri medya tekeli ve maaşlı trol ordusuyla, son günlerde gazetecileri ,sanatçıları ve aydınları sindirme çabasına hız verdi. Hayat pahalılığı ve zamlardan bunalmış emekçi yığınların gündemi saptırılıyor, provakatif haber, yalan ve iftira yöntemiyle ; mücadeleye yönelecek kitlelere gözdağı veriliyor. Sezen Aksu’nun ‘dilini koparma’ söylemi, Sedef Kabaş’ın tutuklanması ve son olarak Ayşenur Aslan’a yönelik saldırılar; bu çabanın son örnekleridir. Faşist yalanlar tutmadığında söylenen ‘’aldatıldık’’ palavrasıdır. Ekonomide işler ters gittiğinde sarıldıkları ‘dış düşman ve hainler’ söylemidir. Yalanı kendileri söyleyip, suçu başkalarının üzerine atmak; faşist bir taktiktir.
Devrimci ve sosyalistlerin, gerçekleri açıklama, emekçileri aydınlatma ve onları doğru taktik mücadeleye ikna etme çalışmasında; hakim sınıfların kullandığı yöntemlere; yalana, iftiraya, dedikoduya, sansasyona, asparagas haber üretimine, tarikatvari ‘ikna odaları’na, kışkırtma ve provakasyonlara ihtiyaçları yoktur. Sosyalistler, yanlış ve hatalardan, kitle çalışmasının derslerinden öğrenir, emekçi kitlelere hesap verirler. Eleştiri ve özeleştiri, her zaman devrimci-sosyalist faaliyeti geliştiren ve zenginleştiren bir mekanizmadır. İkna çalışmamızın amacı, somut ve çıplak olgulara dayanarak, onların iç bağlantı ve nedenlerini sergilemek; suçluyu, soyguncuyu,sömürücüyü, işçi ve emek düşmanlarını deşifre etmek, gerçeği açıklayarak; emekçilerin ortak mücadelesinin , örgütlenmesine yardımcı olmaktır.
Yalana dayalı bir ‘ikna’ ile kurulan ve sürdürülen burjuva hegemonya; ekonomik krizin derinleştiği dönemlerde sarsılır, dikiş tutmamaya başlar. Gerçek kendini dayatır, ’yalancının mumu’ sürgit yanmaz… Son günlerde, elektrik ve doğal gaz faturalarını ödememek ve yapılan yüksek zamların geri aldırtmak için eyleme geçen emekçiler; yeni bir mücadele dalgasının fitilini ateşlemiş durumda… İstanbul’da Farplas’ta direnen işçilerin, Evrensel Gazetesi’ne verdikleri röportajda söyledikleri, nettir: ’Hak aradığımızda, ağzımız, burnumuz, ayağımız polis saldırısıyla kırılıyor, terörist damgası yiyoruz. Bizi, elektrik, doğal gaz faturası zamlar, açlık ve yoksulluk kışkırttı.’’ Emekçilerin, mutfakta yaşadığı ekonomik yangını, isyanını sokağa taşıması; ‘ampül’ün de patlayacak kadar ısındığına işaret ediyor.