Taylan BATMANSUYU
İsviçre, 2023 yılının Ocak ve Ekim ayları arasında yaklaşık 5.800 Türk vatandaşının iltica başvurusu yaptığına tanık oldu. Bu sayı ile Türkiye, Afganistan’dan sonra en fazla sığınmacı başvurusu yapan ikinci ülke oldu. Ancak, 2023 Ekim ayında İsviçre gazetelerinde yer alan haberlere göre, bazı Türk sığınmacıları iltica başvurularında sahte belgeler kullanmış. İddialara göre, bu kişiler, ülkelerinde takip edildiklerini kanıtlamak amacıyla sahte tutuklama emirleri sunmuşlar.
Bu durum, İsviçre Göç Sekreterliği (SEM) tarafından dikkatle incelenmeye başlandı. İltica başvurularının kabul edilebilmesi için bir kişinin, siyasi faaliyetleri veya sahip olduğu inancı gibi nedenlerle takip edilmesi gerektiği biliniyor. Ancak gazetelerde yer alan haberlere göre, Türkiye’den gelen bazı sığınmacılar, sahte belgeler hazırlamak için rüşvetçi memurlar ve yolsuzluğa karışmış avukatlarla bağlantı kurmuş. Bu belgelerin, Türkiye’deki savcılarla irtibatlı bürolar aracılığıyla düzenlendiği öne sürüldü.
Sahte tutuklama emirleri ve ev arama belgelerinin düzenlendiği ve sığınmacıların bu belgeler için birkaç bin frank ödeme yaptığı iddiaları Türkiye medyasına da yansıdı. CH Media’ya konuşan bir mülteci, dolandırıcılığın nasıl işlediğini ayrıntılı bir şekilde anlattı. Daha vahim bir iddia ise, söz konusu belgelerin avukatlar ve savcılar aracılığıyla e-devlet sistemine işlendiği ve mülteci olarak tanındıktan sonra sistemden silindikleriydi. Bu iddialar, İsviçre’de mülteci olarak tanınan ve yolsuzluk şebekelerine evrak temininde yardımcı olan Türkiye’den bir hukukçunun varlığına dair algılar oluşturdu. Ancak haber kaynağının kimliği ve görevine dair resmi bir doğrulama yapılmadı. İsviçre Göç Sekreterliği (SEM), sahteciliği tespit ettiğini ancak nasıl yapıldığını ve ne zamandan beri fark ettiklerini açıklamaktan kaçındı. SEM, dolandırıcıların yöntemlerinin daha da gelişmemesi için bilgileri kamuoyuyla paylaşmamayı tercih etti.
9 Eylül 2024 tarihinde, UDC/SVP milletvekili Barbara Steinemann, bu durumu ulusal konseyde gündeme getirdi. Soru önergesinde, Türk vatandaşlarının sahte belgelerle İsviçre’de iltica statüsü kazandığına dair daha fazla bilgi talep etti. Ayrıca, başvuruların etkilenip etkilenmediğini, kaç kişinin mülteci statüsünün iptal edildiğini ve bu başvuruların aile birleşimlerini etkileyip etkilemediğini sordu. İsviçre Göç Sekreterliği (SEM), iptal edilen başvuruların ve etkilenen vaka sayısının kesin olarak belirlenemeyeceğini bildirdi. Ancak 2024 yılının başından Ağustos sonuna kadar altı Türk vatandaşının mülteci statüsünün iptal edildiği ve başvurularının reddedildiği açıklandı.
SEM, sahte Türk mahkeme belgelerinin tespitinin kolay olduğunu, ancak gerçek ve yasa dışı yollardan edinilen belgelerin tespitinin zorluğuna dikkat çekti. Bu tür belgeler şüpheli görüldüğünde daha fazla inceleme yapılır ve hukuki prosedürler devreye girer. Bu uygulamalar, Türk vatandaşlarının İsviçre’deki iltica başvurularının kabul oranlarının son dönemde azalmasına yol açtı.
Bu gelişmeler, İsviçre’de iltica başvurusu yapan Türk vatandaşları arasında artan sahtecilik iddialarının, ülkenin göç politikasında daha sıkı denetim ve incelemelere yol açacağına işaret ediyor. 2024 yılında yapılan sığınma başvurularında, kişisel verilerin gizliliğine aykırı olarak sığınmacılardan e-devlet şifrelerinin istendiği iddiaları da ortaya çıktı. Bu, kişisel verilerin ihlali anlamına geldiği için, ulusal konsey, sığınma başvurusu sırasında sığınmacıların telefonlarına ve kişisel verilerine el konulmasına dair bir yasal düzenleme yaptı. Bu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olarak eleştirilebilir, ancak sahte evrakla iltica talebinin yol açtığı ciddi sonuçlar göz önüne alındığında, bu düzenlemeye karşı sivil toplum kuruluşlarından büyük bir itiraz gelmedi.
Isviçre’deki Türk vatandaşlarının sahte belgelerle iltica başvurusu yapma iddiaları, ilerleyen dönemde Türkiye’den gelen sığınmacıların başvurularını olumsuz yönde etkileyebilir. Türk vatandaşlarına yönelik artan şüphecilik, başvuruların daha uzun sürede değerlendirilmesine yol açabilir. Bu şüphecilik ve hukuksuz girişimlerin sadece Türkiye’den gelen sığınmacılar için değil, tüm sığınmacılar için geçerli olacağı ve benzer hukuksuz uygulamaların yasallaştırılmasına yönelik bir meşruiyet algısı yaratacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda, İsviçre’deki göç politikasının geleceği daha fazla belirsizlikle karşı karşıya olabilir.
Parlamentoda görüşülen diğer konular da, sığınmacıların suistimallerine dair artan endişeleri yansıtmaktadır. Örneğin, UDC/SVP milletvekili Yvan Pahud, Fransızca konuşulan İsviçre şehirlerinde sokak satıcılığının güvenlik ve sağlık sorunu haline geldiğini belirterek, bu satıcıların çoğunun sığınmacı olduğunu ve Federal Konsey’in bu konuda nasıl önlem almayı planladığını sordu. Ayrıca, UDC/SVP milletvekili Bircher Martina, Afgan kadınların sığınma hakkı kazanması gerektiğini belirtti, ancak uygulamada sorunlar yaşandığını savundu. Benzer şekilde, başka milletvekilleri de sığınmacıların nakdi yardımları kötüye kullanması ve geçici koruma statüsü ile ilgili taleplerini dile getirdi.
Aynı partiden bir başka milletvekili iltica yasasından radikal değişiklikler yapılmasını talep ederek şu cümleler ile devam etmektedir:
«Artık böyle devam edemeyiz. Gittikçe daha fazla sayıda İsviçreli, Yverdon’dan trene binerken kimsenin unutmadığı bu rehin alma gibi çok ciddi suçlar da dahil olmak üzere, ilticanın beraberinde getirdiği nezaketsizliğe ve hatta suçluluğa artık dayanamıyor. Giderek daha fazla kadın sığınmacı merkezlerinin yakınında tacize uğramaktan, bazen de kötü muameleye maruz kalmaktan bıktı. Sığınmacıların çoğunluğunun Müslüman erkekler olduğu gerçeğini de kimse göz ardı edemez. İltica kaosu olarak tanımlanabilecek abartı olmayan bir durumla karşı karşıya kaldığımızda, bu pilotsuz uçakta, göçün tüm alanlarında, özellikle de sığınma alanında kontrolü yeniden ele almalıyız»
Malesef yukarıda saydıklarımız eylül ayında parlamentoda görüşülen konulardan sadece bir kaç tanesi daha fazlası için parlamento çalışmalarına bakıldığında özellikle UDC/SVP tarafından dillendirilen bu taleplerin sığınmacı ve mültecilerin yasal haklarının istismarı bahane edilerek tartışmaya açılmaktadır. Yukarıdaki tüm önerge ve soruların duyarlı ve insan haklarına saygılı bir üslupla ret edildiğini rahatlıkla söyleyebilsek de artan suistimaller karşısında bu hukuki duyarlılığın daha ne kadar korunacağını dair olumlu bir görüş belirtmek olası görünmüyor.