Malta’dan Kırgızistan’a, ABD’den Vanuatu’ya kadar dünyanın dört bir yanında pasaport ve “altın vize” satışı milyar dolarlık bir sektöre dönüştü. Peki, vatandaşlığın alınıp satılabilen bir meta haline gelmesi ne anlama geliyor?
Kapitalist hükümetler, yatırımcıları çekmek adına vatandaşlığı ticari bir mal gibi pazarlıyor. Donald Trump, ABD’de 5 milyon dolara satılan “Gold Card” adlı süresiz oturma izni programını duyurdu. Bu uygulamanın ülkeye 1 milyon yeni «yatırımcı» çekmesi bekleniyor.
Daha küçük ülkelerde ise vatandaşlık çok daha ucuz. Pasifik’teki Nauru Adası, iklim krizinin yerinden ettiği halkını finanse edebilmek için 94.000 İsviçre frangına pasaport satıyor. Antigua ve Barbuda ise 200.000 franga vatandaşlık veriyor. Vanuatu ise son sekiz yılda 4.000 pasaport sattı. Bu pasaportları alanların çoğu Çinli ve Rus yatırımcılar; zira Vanuatu vatandaşları, AB ile yapılan bir anlaşma sayesinde Schengen Bölgesi’ne serbestçe girebiliyor.
VATANDAŞLIK BİR META MI, YOKSA HAK MI?
Uluslararası sermayenin hizmetindeki bu sistem, kimlik kavramını tamamen metalaştırıyor. Henley & Partners adlı danışmanlık şirketinin başkanı İsviçreli avukat Christian Kälin, «Vatandaşlık tamamen adaletsiz bir piyango. O halde ekonomik olarak katkıda bulunanların vatandaş olmasına neden izin vermeyelim?» diyerek bu neoliberal politikayı savunuyor.
Ancak bu görüşe karşı çıkanlar da var. Fransız tarihçi ve siyaset bilimci Patrick Weil, «Vatandaşlık bir mal değildir. O, bir devletin bireylerine tanıdığı hukuki bir statüdür. Vatandaşlığı satmak, insanları sadece para ile ölçülen nesnelere indirgemektir» diyerek tepki gösteriyor.
AVRUPA’DAN GEÇ GELEN ÖNLEMLER
Bu sistemin yarattığı yozlaşma ve hukuksuzluk artık göz ardı edilemiyor. AB, Vanuatu pasaport sahiplerine yönelik vize muafiyetini askıya aldı ve Malta’yı, şüpheli kişilere vatandaşlık vermekle suçlayarak mahkemeye taşıdı. 2020’de Kıbrıs, Rus oligarkları ve uluslararası suçluların pasaport satın aldığı skandalların ardından programını iptal etmek zorunda kaldı. Portekiz, Yunanistan ve İspanya da “altın vize” programlarını sıkılaştırdı.
Ancak bu yüzeysel düzenlemeler, vatandaşlık ticaretinin büyümesini engelleyebilecek mi? Gelir eşitsizliği ve küresel krizler derinleşirken, sermaye sahipleri ikinci, hatta üçüncü pasaportlarını kolaylıkla edinebiliyor. Öte yandan, savaşlardan, ekonomik çöküşlerden ve iklim felaketlerinden kaçan milyonlarca insan, yıllarca mülteci kamplarında vatandaşlık hayaliyle beklemek zorunda kalıyor.
Bu adaletsizlik devam ettiği sürece, vatandaşlık sadece zenginler için bir ayrıcalık, yoksullar için ise erişilmesi imkânsız bir hayal olmaya devam edecek. (Arkadaş)