UNUTAMADIĞIM İKİ İNSAN

Yaşar ATAN

               

Bundan önceki yazımızda belirttiğim gibi,  ben daha bir-iki yaşlarımdayken, birden ve çok ağır şekilde hastalanmışım! İyileşmem konusunda, annem ve babamın bütün çabaları, hep boşa çıkıyormuş! Hastalığımın nedenini, o zamanlardaki çevre doktorları da bilemiyorlamış! O yüzden de birşey yapamıyorlarmış… Yıl 1942…

Üstelik ben ailemin ayakta kalan tek çocuğuymuşum!..

İşte o olağanüstü raslantılar sonucu, yaşama yeniden döndürülen „Küçük Yaşar“ konusunda, daha öce belirttiğim gibi, iki önemli kişinin inanılmaz katkıları vardı: Birisi elbette güzeller güzeli bir insan olan o Doktor Amcamdı… Ama en önemli kişi elbette, o gün yani ölümle boğuştuğum saatte, kapımızı çalıp tesadüfen içeri giren Şakire Teyzemdi! Çünkü o teyzem evimize rasgele girip beni o halde görünce, beni hemen o kurtarıcı doktora yönlendirmiş!..

Bu iki yaratıcı insanın emekleri bir araya gelmeseydi, „Yaşar Bebek“, o günün karanlığında bir toz olarak silinip gidecekti!  O iki yaratıcıyı bu yaşımda bile, biri başka öteki başka güç  diye düşünemiyorum… O yüzden o güzelim mucize; yani benim yeniden yaşama dönebilmem mucizesi, o iki iyi yürekli insanın birlikte, ama birbirlerinden habersiz olarak, emeklerini benim iyileşmem amacıyla birleştirmiş oldukları için gerçekleşmişti…

Her ikisinin de yattıkları yer, hep aydınlık olsun, diyorum… Bu içten dileğimi ben, içimde her zaman, büyük bir saygıyla hep yineledim…

İşte burada, annem tarafından yakın akrabamız da olan Şakire Teyzem için, birkaç satırla da olsa, ona olan o derin saygımı ve gönül borcumu, buradan dillendirmek istiyorum…

Gerçekten de şenşakrak bir insan olan Şakire Teyzem, çok cana yakın bir insandı da… Onunla bir arada olduğunuzda, o size hep hoş ve insanı yüreklendiren şeyler anlatırdı… Ve onun anlattıklarını dinledikçe de, bütün sıkıntılarınızı bir anda unutuverirdiniz! O yüzden de benim, onun evine gitmem sözkonusu olduğunda, yüreğim hep hoş duygularla dolardı…

Onunla hep birlikte oturduğumuz Aydın iline bağlı Karacasu kazamızın en hareketli yerinde, güzel bir evi vardı o Şakire Teyzemin. Bu evden hem kazamızın içini, hem de on kilometre ötedeki, Babadağ’ın eteklerindeki tarihi ve büyülü kenti Afrodisyas’ı görebilirdiniz. Hele akşamları ışıklar içindeki o kent, sizi düşlerinizdeki o güzel kentlere alıp götürürdü…

Yukarıda da belirttiğim gibi Şakire Teyze’nin evi, tam kasamabamızın ortasındaydı. Ben daha ortaokul sıralarındayken, okuldan evimize dönerken, o teyzem beni görürse, hemen yanına çağırırdı. Evinde beni bir koltuğa oturtur, karşılıklı hoş konuşmalara dalar giderdik… Bir sıkıntım olursa ona anlatırdım…

Ben onun evine, kendi isteğimle gitmek istediğimde, bunu önceden anneme bildirirdim… Ve onun evine gittiğimde de, Şakire Teyzem bana; pasta, şeker gibi yiyecekler sunardı… Ben pek istemesem de, yemek filan da yedirirdi bazı bazı…

Bir de hiç unutmam, bir keresinde onunla birlikte oturup bir yemek hazırladık ve ben de bu yemekten ilk kez yedim…

Bu yemek de kıymayla ilgiliydi… Tabii o zamanlar daha evlerde elektrik olmadığı için, kıyma makinesi yoktu. Kazamızdaki kasaplar, elle çalışan özel bir aygıtla, alıcının istediği kadar kıyma yaparlardı.  Ve genellikle lokantalar da, köfte yapmak için bu kıymalardan kullanırlardı…

Ne var ki evimizde de annem, hiç kıyma kullanmazdı. Köfteyi de yalnızca lokantalarda görmüştü kesinlikle!..

Şakire Teyzem; evine gittiğimde birgün, bana köftenin nasıl yapıldığını göstermek istediğini söyledi… İşte bu amaçla Teyzem, önüne koyduğu bir tencere dolusu kıymayla, hem köfte yapıyor, hem de neşeli öyküler anlatıyordu… Zaten o; yaradılışı nedeniyle olacak, yürek burkan şeyler dillendirmeyi hiç sevmezdi!. Örneğin bana hiç de iç karartıcı konularla ilgili olan üzücü şeyler anlatmazdı… (Burada teyzemin o tarihlerdeki insanlarımızın çoğu gibi, okuma-yazmasının olmadığını da burada söylemeliyim…)

İşte sözünü ettiğimiz o büyülü kent Afrodisyas; Şakire Teyzemin evindeki terasından rahatça izlenirdi. Ve bu büyülü kentin bulunduğu Babadağ adlı o dağın eteklerine bakarken de, insan çeşit çeşit düşlere dalar giderdi… Evet işte bu evde, benden epeyce büyük, Hanife adında  bir kız çocuğuyla birlikte oturuyordu Şakire Teyzem…

Ben ona „Abla“ diyordum yalnızca. O da bana hep bir „abla gibi davranırdı… Zaten bana hep yardımcı olmuş ve sürekli beni sevgiyle yönlendirmişti…

Arada sırada ben de ona, benden  bir isteği olup omadığını sorardım…“Sağ ol Ablam!“ diyerekten bir yanıt verirdi… Hemen biraz gülümser, bir eliyle de saçlarımı okşardı bikaç kez…

Sonra da benim çok çalışkan bir öğrenci olduğumun insanlar arasında, zaman zaman konuşulduğundan sözederdi ve bundan da büyük bir gurur duyduğunu eklerdi sözlerine…

Ve gerçekten de Hanife Abla‘yı gördüğümde, içimdeki o yıllar önce ölmüş ama hiç görmediğim ablalarıma olan özlemim, biraz yatışırdı…

Ooooooooooooooo

 Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza, aşağıdaki kitapları öneriyoruz:

 -. AKDENİZLİ TANRILAR (Yaşar ATAN– 2. Baskı)

 –  AKDENİZ MİTOLOGYASINDAN EFSANELER (Yaşar ATAN –)

 –  İNSAN VE TRAGEDYA (André BONNARD – Çev. Yaşar ATAN –2. Baskı.).