Ücretlerde sıfır zam dayatması

 

2023 yılına dair ekonomik ve sosyal alanda kimi açılardan çizilen karamsar tablonun nasıl gerçekleşeceği henüz bütün yönleriyle ortaya çıkmamasına rağmen netlik kazanan tek gerçek; egemenlerin tablonun kötülük derecesi nasıl olursa olsun bedelini emekçilere ödettirme gayreti içerisinde olduğu oldu. 2023 yılına ait büyüme oranı tahminlerinin aşağı doğru çekilerek %1,1 olarak düzeltilmesiyle beraber, beklenen ekonomik daralmayla birlikte %3,5 civarında seyreden enflasyon ve artan enerji fiyatları, sağlık giderleri, emekçileri önümüzdeki yıl da bir hayli zorlayacak. Dışarıda savaş kışkırtıcılığını AB ve ABD politikalarının peşine takılarak sürdüren ülke yönetiminin politik tutumunun içeride ve dışarıda neden olduğu sorunlar karşısında küresel sorun edebiyatına atıfta bulunarak savunma yapmasının yanı sıra, daha en başından itibaren emekçi yığınların sorunlarına karşı değil yönetim erki olarak önlem almak aksine var olan durumu kullanarak yine çalışanların hak ve kazanımlarına karşı gasp planlarıyla ve kısıtlamalarla çıktı.

Meclislerin ve yürütme organın daha başından itibaren durduğu hat, çeşitli sektörlerden sermaye örgütlerinin de işçilere ve iş sözleşmelerinde yer alan temel bazı haklara karşı saldırılılarını yoğunlaştırmasında teşvik edici rol oynadı ve bunla da kalmayarak yasal çerçeveyi bu saldırıların güvence altına alınmasına olanak sağlayacak şekilde uyarlamaya koyuldu. Ekonomik daralma ve hayat pahalılığının çalışan yığınların cebinde daha çok hissedilir olmaya başlaması karşısında sermaye yöneticileri, emekçilere ısınmadan ve temel ihtiyaçlardan tasarruf çağrısı yapmakla yetinirken, sömürücü sınıflara ve onların her türden beraber iş çevirenlerine karşı ise reformlarla vergi indirimleri ve teşvik yasaları çıkarmaya çalışmayı ihmal etmediler. Bu egemen sınıfın gelişmeler karşısındaki sınıf refleksiydi.

Sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmeler egemen sınıfın karşısındaki diğer sınıfın da yani işçi sınıfının da tutum belirlemesini; sermayenin emekçilerin ensesinde boza pişirmek üzere attığı her adım karşısında gücünü ve örgütlülüğünü arttırarak cevap vermesini; karşı koymaya çalışmasını kaçınılmaz hale getirdi. Bunun bir parçası olarak da grevli mücadelenin öne çıkması, daha doğrusu işçi örgütlerinin grev örgütleyebilecek yeteneğini örgütlü oldukları tüm sektörlerde geliştirmesi gerektiği bu dönem boyunca yeniden kanıtlanmış oldu.  Komşu ülkeler Almanya ve Fransa ile kıyaslandığında kişi başına sırasıyla 18 ve 48 kat daha az grev yapılan ülke durumunda olan İsviçre’nin grevli mücadele konusunda şeceresinin hayli bozuk olduğu; işçi yığınların hak kazanımı ve ekonomik mücadelesinin iş barışını koruma safsatası adına kurban edildiği görülmektedir. Bu yıl içerisinde çeşitli sektörlerde sınırlı düzeyde yaşanan grevlerin ya da grev tehditlerinin yönetici sınıfların ve onların alkış tutucularının ‘iş barışı tehdit altında’ çığlığını atmalarına neden olması tesadüfi olmasa gerek.

Dolayısıyla yaşanan bu gelişmelerin neden olduğu ekonomik ve sosyal sıkıntılar karşısında kimi sektörlerde süresi biten TİS görüşmelerinden ya da patronların çalışanların kazanılmış haklarının gasp edilmesinden kaynaklı mücadelenin, genelde de daha iyi bir yaşam daha iyi bir ücret talebiyle birlikte hayat pahalılığına karşı öne sürülen taleplerin elde edilip edilmeyeceğinin kaderini grevli örgütlü mücadelenin belirleyeceği mücadele eden güçler açısından bir kez daha tecrübe edilmiş durumda. Süresi biten ve yenilenecek olan birçok TİS görüşmesinde sıfır zam dayatmasına ya da sözleşmelerde yer alan enflasyon eşitlemesinin pazarlık dışı tutulacağına dair maddelerin sözleşmelerden atılmasına karşı mücadelenin yolu da buradan geçiyor. Sonuçları ise her şeyden önce 581 TİS ile 2 milyon 115 bin işçiyi ve diğer çalışan emekçileri etkiliyor.( ARKADAŞ)