Ücretler düşürülmeksizin çalışma süresinin azaltılması mücadelesi – 1

Hazırlayan: Metin Alan

İsviçre’deki çalışma süreleri ile ilgili düzenlemeler, adeta patronlar için özel olarak hazırlanmıştır: mutlak ve sınırsız esneklik.Son aylarda, özellikle bazı AB ülkeleri ve İsviçre’deki sendikalar ve siyasi partiler başta olmak üzere dernekler, birlikler ve meslek örgütleri, çalışma süresinin azaltılması için bir kampanya başlattılar.

Çalışma süresinin azaltılması mücadelesinin kısa tarihsel seyri

  1. yüzyılın sonunda burjuva devrimleri ile feodal sistemin kesin olarak yıkılmasının ardından, yerine inşa edilen kapitalist sistem, ücretli emeği genelleştirerek üretim ilişkilerini yeniden tanımladı. Toprak sahipleri aynı zamanda bu topraklarda yaşayanların ve ürettikleri ürünlerinin de sahibi olduğu serflik sistemi, burjuvazi tarafından zorunlu olarak ortadan kaldırıldı. Yeni sistem aslında aralarında uzlaşmaz çelişki ve çatışmaların olduğu iki yeni toplumsal sınıfın (burjuvazi ve proletarya) ortaya çıkmasının sonucu olarak doğdu. Toplumun gelişmesi, teknik ve bilimsel ilerlemelerin evrimi ve uluslararası ticaretin gelişmesi, burjuvazinin feodal beyleri ve kent soylularını saf dışı bırakarak, kendisini egemen sınıf olarak kabul ettirmesini sağladı. Çünkü burjuvazinin esas olarak gücü, yeni bir toplumsal sınıf olan proletaryayı sömürme yeteneğinde yatmaktadır.Ve Proletarya, geçimini sağlayacak tek gelir kaynağı olarak emek gücünü bir ücret karşılığında bir burjuvaya satma ihtiyacı ile karakterize edilen sosyal bir sınıftır.

Marksizm’i eleştiren pek çok kişi on yıllardır işçi sınıfının artık var olmadığını iddia ederek onu mahkûm etmeye çalışıyor. Ancak Marksizm’in toplumsal bir sınıf olarak proleter tanımlamasına göre bu iddia kökten yanlıştır. Ücretli emek, dünyanın hemen her ülkesinde nüfusun mutlak çoğunluğunu kapsamaktadır. Son feodal rejimlerin ortadan kaldırılması ve endüstriyel tarımın tüm kıtalara yayılmasıyla birlikte, dünyada hiçbir zaman bu yeni milenyum çağındaki kadar çok proleter var olmamıştı.

Ücretli emeği üç değişken tanımlar: işçilerin emek gücü (fiziksel güç ve entelektüel kapasite), genellikle işverenin kullanımına sunulan ve zaman birimleriyle ölçülen iş miktarı ve karşılığında aldıkları ücret.

Marksist artı değer teorisine göre zaman, emeğin ölçü birimidir ve üretilen metanın fiyatını belirler. Her meta, hammaddeye ek olarak, üretim süreci boyunca biriken ve değişim değerini belirleyen, kapitalistin metayı piyasaya daha düşük bir değerde sunamayacağı belirli bir emek zamanı içerir. Bir meta olarak “emek gücünün” zaman olarak da bir değişim değeri vardır; bu da çalışan bir kişinin çalışma kapasitesini fiziksel ve ruhsal olarak yeniden üretmesi için gerekli olan her şeyi üretmek üzere gereken zamana karşılık gelir.

Marx, “emek gücünün” işte harcanan zamanın yalnızca bir kısmı üzerinden ücretlendirildiğine dikkat çeker. Gerçekten de bir iş günü boyunca, kapitalistin hizmetindeki işçi her zaman kendi emek gücünü yeniden üretmek için gerekenden daha fazla çalışarak patrona kâr elde etmesini sağlayacak çalışma saatleri sunar.

Dolayısıyla, işverenlerin mümkün olduğunca fazla kâr elde etmek için çalışma süresini artırma, ruhsal ve fiziksel sınırların ötesine itme eğilimi vardır. Bu nedenle işçilerin dinlenme ve boş zaman hakkı için örgütlenmeleri ve mücadele etmeleri gerekmektedir. Ve bu haklar kazanıldıktan sonra bile, onları korumak ve uygulamak için mücadele sürdürülmelidir.

İşçi hareketi çalışma süresinin azaltılması için mücadele etmeye başladığında, farklı zaman ölçüm birimleriyle karşı karşıya kalmıştır. Aslında, bir iş birimi olarak zaman farklı ölçeklerde ölçülebilir: bir ömür boyu (örneğin emekli olmak için gereken prim yılları), yıllık çalışma süresi (örneğin ücretli tatiller de dahil olmak üzere yıllık çalışma saatleri), aylık çalışma süresi (örneğin %100 ücret kazanmak için gereken saatler), haftalık çalışma süresi (örneğin kişinin hak ettiği izin günlerinin sayısı) ve günlük çalışma süresi (örneğin iş gününün maksimum uzunluğu).

Uluslararası emek hareketi ve haftalık 8 saat çalışma

Örgütlü işçi hareketi, ilk kendi kendine yardım örgütleri, ilk sendikalar ve ilk işçi partilerinin doğuşuyla birlikte 19. yüzyılın ortalarından itibaren sanayileşmiş ülkelerde güçlü bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. 1864 yılında Marx ve Engels, diğerlerinin yanı sıra, dünyadaki tüm işçilerin mücadelelerini ve taleplerini birleştirmeye yönelik ilk girişim olan Uluslararası Emekçiler Birliği’nin (Birinci Enternasyonal) kuruluşuna katıldılar. Seçilen talepler arasında günde 8 saat çalışma talebi de vardı. “8 saat çalışma, 8 saat eğitim ve 8 saat dinlenme” sloganı 150 yılı aşkın bir süre önce doğmuştur. Birinci Enternasyonal deneyimi sadece on iki yıl sürdü, çünkü diğer nedenlerin yanı sıra Marx ve Bakunin’in destekçileri arasındaki farklılıklar nedeniyle 1876’da feshedildi.

Ancak pek çok ülkede, daha iyi çalışma koşulları, özellikle de daha kısa çalışma saatleri için mücadele eden kitle örgütleri öncülüğünde işçi hareketi güçlü bir şekilde büyümüştür. Gerçekten de, birçok fabrikada çalışma saatleri haftanın yedi günü, günde 16 saate kadar uzayabilmekteydi. 1884 yılında ABD’de sendikalar, 1 Mayıs 1884 tarihinde, temel talebi 8 saatlik iş günü olan bir mücadele başlattı.  İşçi sınıfı öncülüğündeki hareket, iki yıllık zorlu bir mücadelenin ve 1 Mayıs 1886’daki genel grevin ardından birçok fabrikada 8 saatlik iş gününü elde etti.

Sosyalistler 14 Temmuz 1889’da kendi enternasyonallerini (İkinci Enternasyonal) yeniden kurdular ve ABD’deki 8 saatlik iş günü mücadelesinden esinlenerek 1 Mayıs’ı Uluslararası İşçi Günü olarak ilan ettiler. İlk kez 1 Mayıs 1890’da, dünyanın dört bir yanındaki işçiler çalışma koşullarını iyileştirmek için mücadele etti, ana taleplerden biri her yerde 8 saatlik iş günüydü.

İsviçre’de çalışma saatlerinin azaltılması için mücadele

İsviçre’de işçilerin mücadelesi bazı güçlü hareketlenmelere sahne olsa da neredeyse her zaman meslek, kanton ya da dil bölgesi bazında yürütülmüş, toplu iş sözleşmeleri ya da kanton yasalarıyla geçici çözümler üretilmiştir. Federalizm, kurumsalcılık (korporatizm), sendikal bürokrasinin diyalogcu çizgisi, yarı doğrudan demokrasi ve iş barışı palavraları, ülkenin her yerinde herkes için aynı olan gerçek bir iş kanununda kendi koşullarını dayatabilecek bir sınıf hareketinin gelişmesinin önündeki engeller olmuştur.

1848 Anayasası, çalışma ilişkileri konusunda federal mevzuat bile öngörmemiş ve bunu kantonlara bırakmıştır. Bu nedenle, sadece birkaç sanayileşmiş kantonda işçileri koruyan yasalar bulunurken, ülkenin büyük bölümünde hiçbir kural yoktur.

İsviçre’deki ilk iş kanunu, ülkenin büyük bölümünde yaşanan güçlü siyasi istikrarsızlık dönemlerinde ve büyük mücadeleler sonucunda gerçekleşen önemli anayasal değişikliklerin ardından, 1877 yılında yürürlüğe girmiştir. O dönemde, iş günü için günde 11 saat (Cumartesi günleri 10 saat) ve haftada toplam 65 saat sınırı getirilmiştir.

Matbaacılar, saat işçileri, tekstil fabrikaları ve makine endüstrisi gibi işçilerin daha sendikalı olduğu sektörlerde, toplu sözleşmeler veya kanton mevzuatı yoluyla daha fazla indirim sağlanmıştır. Tarihsel olarak en mücadeleci sektör olan matbaacılar, 1909 yılında 8 saatlik iş gününü (haftada 48 saat) elde eden ilk kesim olmuştur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Konsey’in çalışma haftasını 54 saate indiren bir kararname yayınlamasına kadar çalışma saatlerinde genel bir azalma sağlanamamıştır.

Daha iyi çalışma koşulları için verilen siyasi mücadele 1918 yılında, sendikaların temel talebinin 8 saatlik iş günü (haftada 48 saat) olduğu, İsviçre’de şimdiye kadar düzenlenen tek genel grevle zirveye ulaşmıştır. Genel grev sert bir şekilde bastırılmış ve sosyalist liderler herhangi bir kazanım elde edemeden eylemi sonlandırmışlardır. Bununla birlikte, takip eden aylarda bazı talepler hayata geçirilmiş ve 1919 tarihli İş Kanunu’nda yapılan revizyonla 8 saatlik iş günü (haftada 48 saat) getirilmiştir.

1954’te Bağımsızlar İttifakı (Migros’un kurucusuyla bağlantılı bir siyasi oluşum) haftada 44 saatlik çalışma için bir halk girişimi başlattı. İsviçre Sendikalar Birliği (USS/SGB), Toplu iş sözleşmelerinde müzakere edilmiş çözümleri desteklemeyi tercih ederek buna karşı çıktı, bu nedenle girişimin hiçbir şansı yoktu ve 1958’de yapılan halk oylamasında reddedildi. Sadece bir yıl sonra, USS/SGB aynı taleple bir girişim başlattı ve halk oylamasından önce Parlamento’nun dolaylı karşı önerisini onaylamaya karar vererek geri çekti: “Sanayi, zanaatçılık ve Ticarette Çalışma Hakkında Federal Yasa”. Bu yeni iş kanunu fabrikalar, bürolar ve ticari işletmeler için 46 saat (yaklaşık on yıl sonra Federal Konsey tarafından 45 saate indirilmiştir), diğer meslekler için ise 50 saat sınırı getirmiştir. O zamandan bu yana, birkaç popüler girişimde herkes için haftada 40 saate indirilmesi çağrısında bulunan solun girişimlerine rağmen, İsviçre’de çalışma süresinin yasal düzenlemesinde önemli bir değişiklik olmamıştır.

Takip eden yıllardaki iyileşmeler ancak sektörler bazında verilen mücadeleler sonucunda bazı toplu sözleşmelerde haftalık 40 saat uygulamasına geçilmiş (matbaa ve metal işçileri), diğer sektörlerde (inşaat, zanaat, gastronomi) ise 41 ila 42 saatlik sözleşmeler imzalanmıştır.

Ancak 1990’ların sonundan itibaren işverenler karşı atağa geçerek daha esnek çalışma saatleri talep etmeye başladılar. Yıllık ortalama çalışma haftası üzerinde oynayarak, birçok sektörde şirketin ihtiyacı olduğunda çalışma haftasını 45 saate veya daha fazlasına çıkarma ve daha sonra şirketin en az ihtiyacı olduğunda azaltma imkânı elde etmeyi başardılar. (Devam edecek)