Bugün emek hareketinin tarihsel iddiası olanücretlerde bir düşüş olmadan çalışma süresinin azaltılması mücadelesiyeniden emekçilerin gündeminde. Ücretler krizlere rağmen durgunlaşırken ve burjuvaların sermayesi günbegünkatlanırken, ücret kaybı olmadan çalışma sürelerinindüşürülmesini savunmak, işçilerin üretken gücünün önemini yeniden merkeze almayı ve daha iyi bir servet dağılımı talep etmeyi demümkünkılıyor.
Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi, İsviçre’de de halkın büyük çoğunluğu fabrikalara veya diğer üretim araçlarına sahip değil ve ücret karşılığında kendi emeğini satmak zorundadır.Bu nedenle, düşük ve orta gelirli ücretlilere, ister saatlik ister aylık iş yüküne göre olsun, çalışılan saatlere göre ödeme yapılması yaygındır. Ancak, ücretlilere fiilen hak ettikleri değerin veya ücretin tamamı değil, daha azı ödenir. İşverenler, ödenmeyen fazla mesaiyi kâr olarak değerlendirir. Ücret, kişinin kendi emek gücünü (iş gücünü) yeniden üretmeye hizmet eder. Yani, işçinin ertesi gün işe geri dönebilmesi için gerekli olan barınma, yiyecek, giyecek vb. masraflarını karşılamasına yarar. Ücret, iş gücü piyasasında müzakere edilen ve diğer metalarda olduğu gibi, kabaca metanın değerine (burada: emek gücü) karşılık gelen, metalaşmış emek gücünün fiyatıdır. Emek gücünün değeri ise emek gücünün yeniden üretimi için gerekli metaların değerine, yani çalışılan saat süresiyle ifade edilen değere tekabül eder.
İsviçre’deki ücretlilerin çoğu, kaç saat çalışacağının da belirtildiği bir iş sözleşmesi imzalar. Diğer bir çalışma modeli, özellikle ticarette yaygın olan parça başı çalışmadır. Ve performansa göre ödeme yapılır. Bununla birlikte, parça başı çalışma ile bile, işin gerçek değeri değil, üretilen birim başına daha düşük bir birim fiyatı ödenir.
Artı-değeriazaltmanın bir yolu olarak çalışma süresinin düşürülmesi
Bir ücret karşılığında çalışıyorsanız, ücretin miktarı asla üretilen değere tekabül etmez. İstihdam ilişkisi ne olursa olsun, bu, çalışma saatlerinizin belirli bir bölümünü,işverenleriniz için ücretsiz olarak çalıştığınız anlamına gelir. Üretilen toplam değer ile ödenen ücretler arasındaki fark artı-değerdir.
Bu nedenle, işverenlerin çıkarları, ücretleri mümkün olduğunca düşük, çalışma saatleri ve yoğunluğunu mümkün olduğunca yüksek tutmaktır. Bir başkasının çalışmasının bu şekilde gasp edilmesi, genel anlamda emek sömürüsü denilen şeydir. Ne kadar fazla artı değer üretilirse, sömürü o kadar yüksek olur ve para o kadar adaletsiz dağıtılır. Bu şekilde, birkaç kişinin kârı için giderek daha fazla çalışma zamanı boşa harcanmış olur.
İşte tam da bu noktada, “aynı ücrete daha az iş”, yani tam ücretle çalışma süresinin düşürülmesi talebi daha fazla önem kazanıyor. Çünkü bu talep, işverenlerin el koyduğu artı-değeri düşürmeyi ve böylece sosyal güç dengesini değiştirmeyi hedefliyor.
Teknolojinin gelişimi, çalışma süresinin düşürülmesini kolaylaştırıyor
Dünya genelinde dijitalleşme ve son birkaç yılın yeni teknolojileri sayesinde iş verimliliği büyük ölçüde arttı. İsviçre’de çalışma saatlerindeki son büyük azalma, 1918’de bugüne kadarki tek genel grevden sonra gerçekleşti. Yaklaşık 250.000 işçi greve giderek, haftada48 saatlik çalışmauygulamasına geçilmesini başardı. 1966 yılında sektöre bağlı olarak, toplu iş sözleşmelerinde daha düşük bir saat ücreti belirlenebileceği hükmünün yer aldığı yasa yürürlüğe girdi. İsviçre’de şu anda çalışma süresi haftada ortalama en az 42 saattir. 1966’dan beri teknoloji gelişmeye devam etti ve saat başına üretkenlik büyük ölçüde arttı. İşçi sınıfı için reel ücret artışları üretkenlik artışının ve aynı zamanda kiraların ve sağlık sigortasının gerisinde kalırken, mülk sahibi sınıfın artı değeri istikrarlı bir şekilde artıyor ve serveti katlanıyor. Öte yandan şu anda Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle ayrıca enerji fiyatları ve buna paralel olarak temel tüketim maddelerinin fiyatları artıyor. Ve bu artışlar en çok emeği ile geçinenlerin belini büküyor.
Aşırı üretimi sınırlamak için çalışma süresinin düşürülmesi
Dünya, ihtiyaç fazlası mallarla dolu. Bunun nedenlerinden biri, kapitalist sistemin rekabete dayalı olması ve bunun sonucunda bireysel şirket sahiplerinin, rekabet edebilmek için, kaçınılmaz olarak daha fazla artı-değer elde etmek zorunda kaldığı bir büyüme zorunluluğuna yol açmasıdır. Malların üretimi her zaman doğal kaynakların tüketimini de içerir. Ham maddeler işçilerin emeğiyle değiştirilir, işlenir ve satılmaya hazır mallara dönüştürülür. Bu süreçte, insan metabolizmasında olduğu gibi, insanlarla doğa arasındaki toplumsal metabolizma, plastik, diğer atıklar ve aynı zamanda sera gazı emisyonları şeklinde atık üretir. Kapitalist ‘aşırı mal üretme’ yöntemi nedeniyle, sanayileşmeden bu yana doğa ile metabolizma o kadar dengesiz hale geldi ki, bunun sonucunda iklim değişikliği kalıcılaşmaya başladı. Bu, çevreye zararlı emisyonların doğanın tolore edemeyeceği bir oranda atıldığı ve hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz kaynakların aşırı tüketildiği anlamına geliyor.
Mutlak bir iklim felaketini önlemek için, sadece gerçekten ihtiyaç duyulan kadar ve mümkün olan en kısa sürede üretim yapılmalıdır. Bu, ekonomik üretim dürtüsünü alt üst etmemiz ve artık kâr (artı-değer) için değil, ihtiyaçlar için, üretim yapmak gerektiği anlamına geliyor.
Bu nedenle çalışma saatlerindeki azalma, daha az üretmeye imkân verecektir. Ancak azalan üretim, üretkenlikteki bir artışla telafi edilmemeli, doğaya daha az atık bırakmak için, üretilen malların kütlesinde bir azalmaya yol açmalıdır.
Demokratik ve sosyal bir yaşam için çalışma süresinin düşürülmesi
Tam ücretle çalışma saatlerinin azaltılması talebi, yalnızca artı-değeri azaltmanın veya yaratılan değerin asıl yaratıcısı ve sahibi olan işçi sınıfı ile daha fazlasını korumanın bir yolu değildir. Çalışma süresinin azaltılması aynı zamanda doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı hedefiyle de ilgilidir.
Ücretlileri gitgide daha az reel ücret karşılığında daha çok çalıştıran aynı sermaye güçleri, dünyanın hayati önemdeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını giderek daha fazla sömürüyor. Ancak daha az üretilirse, yani yalnızca insanların gerçekten ihtiyaç duyduğu kadar şey,merkezi bir planlamayla üretilirse, refah seviyesinin de yeniden tanımlanması gerekecektir. Her saat sömürüye maruz kaldıkları yorucu bir işten sonra bitkin düşen insanların, insan olarak, eğilimlerine uygun bir hayattan uzaklaşmaya (yabancılaşmaya) katlanabilmek için, sadece ekran karşısında oturup daha fazla tüketim malı yiyebildiği bir tüketim toplumu sürdürülebilir değildir. İşte burada çalışma saatlerindeki azalma talebi devreye giriyor. Hayatta kalmak için daha az çalışmak zorunda olanlar, sosyal ilişkileri, arkadaşları, aile ilişkileri ve kişisel gelişimleri için, sömürülen bir emekçiden ziyade, topluma aktif olarak katkıda bulunan ve toplumun önemli bir parçası olmak için daha fazla zamana sahip olacaklardır.Çünkü çalışma süresini azaltmak sadece zamandan tasarruf etmek anlamına gelmiyor, aynı zamanda çalışanların yaşadığı stres ve baskıyı azaltmak ve böylece iş kazaları ve tükenmişlik riskini de sınırlamak anlamına geliyor.
Öte yandan bu talep uğruna verilecek bir mücadelede tam bir kazanım elde edilebilmesi için:
1- Burjuvazinin, işçi sınıfının emeğinden gasp ettiği artı-değerin bir kısmını işçilerin geri alabilmesi için mutlaka ücret kaybı olmadan talep edilmelidir.
2- Çalışma süresinin yıllık bazda kurulmasına ve esnekleştirilmesine izin verilmemelidir. Bekleme, taşıma ve giyinme saatleri çalışma saatleri olarak kabul edilmelidir (Divoora, Smood’un grevdeki teslimat işçilerinin talepleri gibi).
3- İşçilerin daha kısa çalışması, işlerin yoğunlaştırılmasına ve esnekleştirilmesineyol açmamalıdır. Aksine, işgücü piyasasındaki mevcut insanlar arasında daha iyi, eşit ve etkin bir iş dağılımı hedeflenmelidir.
Zira bu tarihsel talebi savunmak ve bunun için mücadele etmek, sınıfsal, eşitlikçi,çevreci, kadın özgürlükçü ve temel bir sosyal adalet iddiasında ısrar etmektir.(Arkadaş)