İSVİÇRELİ SEÇMENLER 9 HAZİRAN’DA SANDIK BAŞINA GİDİYOR
Metin Alan
9 Haziran’daki seçimlerde sağlık hizmeti maliyetlerini sınırlandırmayı amaçlayan iki girişim ön plana çıkıyor. Seçmenler ayrıca yeni bir enerji yasası ve aşı olmayı reddetme hakkının yasayla güvence altına alınmasını öngören bir teklif hakkında da karar verecek.
Haziran ayındaki oylama gündeminin önemli bir maddesi yeni enerji yasası. Eylül 2023’te parlamento tarafından kabul edilen bu büyük reform, yenilenebilir enerjinin gelişimini hızlandırmayı ve özellikle kış aylarında ülkenin elektrik arz güvenliğini garanti altına almayı amaçlıyor.
Yasa, 2035 yılına kadar en az 35 terawatt saat (TWh) elektriğin yenilenebilir enerji kaynaklarından, 39 TWh’nin ise hidroelektrikten üretilmesi gerektiğini söylüyor. Bunu başarmak için, büyük hidroelektrik, güneş ve rüzgar tesislerinin inşasını hızlandırmak amacıyla düzenlemeler zaten yumuşatıldı. Yasaya göre bu tesislerin inşasının ülkeye sağlayacağı fayda, çevrenin korunmasına ilişkin kaygılardan daha ağır basıyor.
Franz Weber Vakfı, diğer küçük çevre ve peyzaj gruplarıyla birlikte, referanduma gidilmesini sağlamak için yeterli imzayı toplamayı başardı. Yeni kuralların çevre için bir tehdit oluşturduğunu söylüyorlar.
Bu arada hem iklim hem de enerji sorunlarıyla karşı karşıya olan İsviçre’de nükleer enerji, büyük bir geri dönüş yapmak üzeredir. Bazı ülkelerde durum şimdiden böyle: Örneğin Japonya bazı santralleri yeniden çalıştırırken, Fransa, Belçika ve Finlandiya nükleer tesislerinin ömrünü uzatmaya karar verdi.
2011’deki Fukuşima nükleer felaketinin ardından İsviçre hükümeti nükleer enerjiyi aşamalı olarak durdurma kararı almıştı. Seçmenlerin bu planı onaylamasından altı yıl sonra tartışma yeniden gündeme geldi. Siyasi yelpazenin sağında yer alan pek çok kişi fosil yakıtsız bir enerji arzına geçişin sadece güneş ve rüzgar enerjisi ile sağlanamayacağını düşünüyor.
Son olarak, İsviçreli seçmenler Haziran ayında «özgürlük ve fiziksel bütünlük için» başlıklı bir girişim için de oy kullanacak. Covid-19 salgını sırasında özgürlükçü bir hareket tarafından başlatılan girişim, özellikle aşı yaptırma zorunluluğunu ortadan kaldırmayı amaçlıyor: Girişime göre aşı yaptırmayı reddetmek asla bir cezaya ya da sosyal/mesleki dezavantajlara yol açmamalı.
Sağcı UDC/SVP bu girişimi destekleyen tek parti. Bu fikre yönelik genel bir heves eksikliği muhtemelen İsviçre’de hâlihazırda hiç kimsenin kendi isteği dışında aşı olmaya zorlanamayacağı gerçeğinden kaynaklanıyor.
SAĞLIK POLİTİKASINA İLİŞKİN İKİ ÖNEMLİ GİRİŞİM DE OYLANACAK
Zorunlu sağlık sigortası maliyetinin sürekli arttığı söylemi, İsviçre’de geçimini bin bir zorlukla sağlamaya çalışan emekçi halk için büyük bir endişe kaynağı. Bu kapsamda, 9 Haziran’da oylama gündeminde bu konuyla ilgili iki ayrı girişim var.
Sosyalist Parti ve emek örgütleri tarafından başlatılan halk girişimlerinden biri, sağlık sigortası primlerinin maliyetini bir hanenin gelirinin %10’u ile sınırlandırmayı amaçlıyor. Bunu başarmak için de, bu oranın aşılması halinde devletin sübvansiyonlarla bu açığı kapatmasını öneriyor. Plana göre bu mali yardımın en az üçte ikisi federal bütçeden karşılanacak, geri kalanı ise ülkenin 26 kantonu tarafından ödenecek.
Referandumu destekleyenler her şeyden önce şu anda sağlık sigortası faturalarını ödemekte zorlananlara yardım etmek amacını taşıyor. Ancak aynı zamanda eşitlik sağlamayı da hedefliyor: bu alanda sübvansiyonlar zaten bir dereceye kadar mevcut, ancak miktarları bölgeden bölgeye önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Siyasi partiler arasında sadece Yeşillerin destek verdiği girişim, sol çevreler dışında destek bulmakta zorluk yaşıyor.
Bu arada Merkez Parti’nin maliyetleri dizginlemek ve hane halkı üzerindeki yükü hafifletmek için başka bir önergesi daha var. Bu öneriye göre sağlık harcamalarına ekonominin durumuna ve maaş seviyelerine göre uygulanacak bir «fren» yapılması öngörülüyor.
Buna göre, sağlık harcamalarındaki artışın maaşlardaki artışı %20’den fazla aşması halinde federal makamların harekete geçmesi öngörülüyor. Ancak girişim, yetkililerin maliyetleri dizginlemek için tam olarak hangi önlemleri alması gerektiğine dair bir bilgi vermiyor.
Merkez Parti, bu mekanizmanın sağlık sektöründe yer alan tüm aktörleri zaten uzun süredir mevcut olan maliyet tasarrufu çözümlerini uygulamaya zorlayacağını savunuyor. Ancak bu girişim de çok az destek görüyor: başka hiçbir büyük siyasi grup bu girişimin arkasında değil.
İsviçre’de sağlık hizmetleri maliyetlerindeki artış, özellikle prim ödemeleri yoluyla tüm sağlık sisteminin dörtte birini finanse eden yoksul emekçi halkı etkilemektedir.
Bu oran Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri için ortalamanın üzerindedir. Fransa’da hane halkları sağlık masraflarının sadece %9,3’ünü karşılarken, Almanya’da bu oran %12,7, İtalya’da ise %23,3’tür.
İsviçre sağlık sistemi sadece dünyanın en pahalı sistemlerinden biri değil, aynı zamanda en karmaşık sistemlerinden biri. Kamu ve özel unsurların bir karışımına dayanmaktadır ve özel sağlık sigortacıları yoğun bir şekilde düzenlenmiş bir piyasada faaliyet göstermektedir. Sağlık politikasından büyük ölçüde kantonlar sorumlu olsa da, bazı hususlar federal düzeyde denetlenmektedir.
SONUÇ OLARAK
Birbirine zıt özelliklere sahip, ancak her ikisi de görünüşte benzer sonuçlara dayanan bu iki girişimin ortak çıkış noktası: sağlık harcamaları artıyor ve primlerimiz de artıyor. Bu, iki girişimi birbirinden ayıran siyasi uçurumun boyutlarını gizleyemeyen ortak bir öngörü.
İlk girişim, prim yükünün bireysel gelirin en fazla %10’u ile sınırlandırılmasını öneriyor. Bu şekilde, bazı kantonlarda hâlihazırda kullanılan sigorta sübvansiyonları yöntemini daha da genişletmeyi amaçlıyor. İkinci girişim ise demografik eğilimler ve gelir düzeyleriyle doğrudan ilişkili olmayan “sağlık hizmeti maliyetlerini azaltmaya” yönelik mekanizmaları benimsemeyi amaçlamaktadır.
Sermayenin yoksul emekçi halkı içine hapsettiği sağlık ve onun “maliyetleri” konusundaki kurgusal cendereden kurtulması hayati öneme sahiptir. İkinci girişimin kapsadığı muhasebeci mantık ise üstü kapalı bir şekilde ifade edilmektedir: maliyetleri düşürmek, üretim yapılarını denetlemek, hastaları sorumlu olmaya teşvik etmek (hatta zorunlu kılmak). Neoliberalizmin bu tarihsel argümanı her zaman bu tür siyasi önerilerle beslenmiştir. Ancak burada bahsedilmesinden bile imtina edilerek es geçilen şey sermayenin maliyeti, patentlerin maliyeti, devasa ilaç kârlarının yarattığı maliyet ve özel sektörün maliyetidir. Federal Konsey’in Prim İndirimi Girişimi Raporu’nun sayfalarında paylaştığı bir görüşe göre “Bu, (…) poliçe sahiplerinin yüksek bir limit aşımı seçme teşvikini ortadan kaldıracaktır, çünkü artık limit aşımlarını artırarak maliyet bilincine sahip davranışlar benimsemelerine gerek kalmayacaktır.” Yani başka bir deyişle, “dişinizi sıkın, yarına bir şeyiniz kalmaz!” denilmektedir.
Bu bağlamda, primlerle ilgili girişim İsviçre’de çok yaygın olan bir soruna dikkat çekiyor: özellikle dar gelirli, emeğiyle kıt kanaat geçinen insanların tedaviden vazgeçmesi. Araştırma verileri, sigortalıların neredeyse %20’sinin, düşük oranda sigorta primi seçme lüksüne sahip olmadıkları için tamamen ya da kısmen tedavi olmayı reddettiklerini ortaya koymaktadır. Sigorta şirketlerinin devreye koydukları düzenbazca mekanizmalar tarafından meşrulaştırılan bu tedavi kısıtlamaları buzdağının sadece görünen kısmıdır. Çünkü cinsel sağlık ve üreme sağlığı, diş bakımı ya da göz bakımına yönelik güvencesizlikle ilgili sorunlar daha da ürkütücüdür.
İsviçreli seçmenler bu mantığı 9 Haziran’daki oylarıyla tersine çevirebilirler. Çünkü üretimin, ihtiyaçların belirlenmesi dışında hiçbir sınırı yoktur.
Araştırma ve eğitimden ilaç üretimi ve hastane bakımına kadar kapsamlı bir kamusal sağlık hizmeti talebi tüm emekçilerin ortak talebi olmalıdır. Sağlık hizmetlerinde eşitlik kısmen de olsa ancak kamu kontrolü ve toplumsallaştırılmış kaynaklar yoluyla sağlanabilir. Sağlık bir meta ya da özel kâr kaynağı değildir, olmamalıdır.