Kürt sorununda çözüm ve muhatap tartışmaları

 

Fuat AKYÜREK

Halkların Demokratik Partisi (HDP), geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki sorunlar, çözümler ve muhataplarına dair hazırladıkları “Demokrasiye, Adalete, Barışa Çağrı Deklarasyonu”nu açıkladı. 11 maddeden oluşan bu deklarasyonun içeriğine bakıldığında, ileri sürülen taleplerin özet olarak, siyasi demokrasi-burjuva demokrasisi- taleplerinin, eşit yaşam isteklerinin dile getirilmesi olduğu görülmekte. Açıklamada “Bizler, parlamento seçimleri için ‘Demokrasi İttifakı’ şiarıyla; halklar ve barış ittifakı, kadın dayanışması ve ittifakı, ekoloji ittifakı anlayışı temelinde, toplumsal ve siyasal muhalefet, emek, kadın ve gençlik hareketleri ile en geniş birlikteliği ve ortak mücadele zeminini büyütme ve bu yoldaki güçlü yürüyüşümüzü sürdürme kararlılığındayız. Bunun dışında herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımızın olmadığını açıklıkla vurguluyoruz.” denilmekte.

Burada deklarasyonu ayrıntıları ile ele almak yerine, bu tartışmalarda çok az konu edilen soruna kısaca değinecek, bazı temel hatırlatmalar yapacağız: Hatırlanacağı gibi bu deklarasyonun yayınlanmasından kısa bir süre önce Kürt sorununda muhatap kim, çözümün merkezi neresi tartışmaları iç politikanın merkezine oturmuştu.Kılıçdaroğlu’nun“HDP meşru bir partidir, çözüm merkezi TBMM’dir” açıklaması ile başlayan tartışma Temeli’ninİmralı’yı işaret eden sözleri ile gelişmiş, ardından Demirtaş’ın ve HDP yöneticilerinin açıklamaları ile devam etmişti. Bu açıklamalar hem HDP’nin meşruiyetini savunan, hem de sorunun çözümünde öncelikle dikkate alınması gereken politik merkezleri işaret eden bir içerik taşıyordu.

Bu tartışmaların önceki tartışmalardan farklılaşan yanı şuydu: parlamentodaki burjuva muhalefet partileri HDP’nin “terör örgütü” olmadığı, meşru bir parti olduğu konusunda ya görüş beyan ettiler, ya da sessiz kalarak onaylayan bir tutum aldılar.Meşruluk ve çözüm merkezi sorunlarının onca gürültülü tartışılmasına karşın, sorunun kendisi, yani Kürt Sorunu, bu sorunun içeriği, Kürt halkının talepleri ve özlemleri ya hiç tartışılmadı, ya da birkaç üstün körü açıklama ile geçiştirildi.

Bu nedenle önce sorunun içeriğini bir kez daha açık seçik ortaya koymak gerekiyor. Sorunun adı Kürt Sorunu’dur ve özü de bir halkın ayrı bir ulus olmaktan kaynaklanankollektif haklarının teslim edilip, tanınmasıdır. Yani eşit, özgür, aynı haklara sahip, kendi yaşamını kendi istediği gibi düzenleme hakkına sahip, yaygın tanımlamaya göre de kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkının tanınması. Yani diliyle, kültürüyle, yönetim biçimiyle, ayrı mı, birlikte mi yaşayacağının tüm kararlarını ulusun kendisinin alması ve bunun ezen ulus tarafından tanınması.

Sorunun özü böylece ortaya konduktan sonra çözümü için muhatap kim meselesi de açık seçik yanıtlanabilir. Sorunun muhatabı da, sahibi de Kürt halkının kendisidir. Bu halk on yıllardır, nice acılarla yüklü, kan ve terörle bastırılmaya çalışılan destansı bir mücadele verdi ve veriyor. Bu halkın varlığı, onun tarihsel mücadelesi, hem değişik örgütleri, hem de pek çok mücadele biçimini ortaya çıkardı. Bu tüm bu örgütler ve onların onaylanmış yöneticileri, liderleri siyasi mücadelenin temsilcileri olarak bu halkın haklarını savunma, onun adına iktidarlarla görüşmeler yapma hakkına sahip oldular. Aklı başında hiç kimsenin inkar edemeyeceği gibi, bu temsilciler Meclis’te, Meclis dışında bugüne kadar bu hakları savundular, görüşmeler yürüttüler, muhatap alındılar. İmralı’ya Kandil’e heyetler gitti, HDP yöneticileri ile “Dolmabahçe mutabakatı” gibi belgeler imzalandı. Yani muhataplık sorunu, Erdoğan iktidarı bugün sorunun varlığını reddetse -Kürt Sorunu yoktur noktasına geldiler- bile, aslında çözüme kavuşmuş bir sorundur.

Anlamak gerekir ki Kürt halkının temel talepleri kabul edilmediği sürece bu sorun varlığını devam ettirecektir. Ne bugünkü Meclis, ne de olağan seçimlerle kurulmuş meclisler sorunun çözümünde köklü adımlar atma yeteneğine sahip değillerdir. Eğer Meclis Türk ve Kürt halkının köklü mücadeleleri ve bu mücadelenin başarıya ulaşması sonucu oluşacak, halkın egemenliğine dayanan bir Meclis olsaydı elbette köklü kararlar alabilir, Kürt halkının taleplerini karşılayabilirdi. Bunun dışında oluşacak meclislerin köklü kararlar alma yeteneği yoktur ve olmayacaktır. Açıkçası bir meclisin ne tür kararlar alacağı onun kuruluş biçimiyle doğrudan bağlantılıdır. Halkın birleşik mücadelesi üzerine oluşturulmuş bir Meclis -biçimi farklı olabilir- kuşkusuz güçlü ve iradeli bir meclis olacaktır ve bu mücadelenin meşruiyeti ve kazanımları üzerinde yükseleceğinden devrimsel nitelikte kararlar alabilir ve uygulayabilir.

Ancak son tartışmaların tekrar kanıtladığı önemli bir gerçek vardır ve o da şudur: Kürt sorunu bugün ülkenin demokratikleşmesi konusunda çok önemli bir yere sahiptir ve demokrasi -herkes içeriğini farklı doldurabilir- talep eden hiçbir siyasi mihrak bu sorunun üzerinden atlayarak, sorunu görmezden gelerek bir yere varamaz. Sorun çözülmek için olgunlaşmıştır ve bu sorunu göstermelik küçük adımlarla oyalamanın sonuna gelinmiştir. Bu gerçeğin reddedilmesinin karşılığı ülkenin içten içe kanaması ve çürümesidir. Hiç kimse hesaplarını Türk ve Kürt halklarının uzun süre sabır göstereceği üzerine kurmamalıdır. Açlık, yoksulluk, işsizlik, zorlu yaşam ve çalışma koşulları bu halkların mücadelesi için ortak zemini genişletmekte, halkların eşit ve özgür yaşayabilmelerinin yolunu giderek daha fazla açmaktadır.