KONUT PROBLEMİ DERİNLEŞİYOR

Taylan BATMANSUYU

İsviçre, yemyeşil doğası, yüksek yaşam standartları ve iddialı bankacılık sistemi ile burjuvazinin en gözde ülkelerinden biri olarak bilinir. Ancak bu cazibe, son yıllarda ülkeyi sıkıntılı bir sürece sürükleyen bir sorunu da beraberinde getiriyor: Konut krizi. İsviçre Almanca konuşulan kantonlarında, özellikle Zürih, Basel, Zug ve Luzern gibi şehirlerde, konut sıkıntısı Fransızca konuşulan kantonlardaki seviyelere ulaşmış durumda.
Konut krizinin en belirgin göstergelerinden biri, kira fiyatlarının hızla artması. Elinde ev olanlar için bu durum belki avantajlı görünebilir ancak geniş emekçi halk kitleleri için ulaşılması zor bir yük haline geliyor. Bu artışın arkasında yatan temel neden ise arz ve talep dengesizliği. Ülkeye son yıllarda yapılan yoğun göç, özellikle de geçen yıl kaydedilen rekor düzeydeki 100.000 yeni göçmen, konut talebini önemli ölçüde artırdı. Ancak bu talebi karşılayacak yeni konut projelerinin sayısı az.
Bir diğer problem de, yeni konut projelerinin hayata geçirilmesinin önündeki engeller. Yirmi yılın en düşük seviyesinde olan inşaat izinleri, bürokratik engeller ve yüksek maliyetler yüzünden, potansiyel konut projeleri ya rafa kaldırılıyor ya da uzun süreler gerektirecek şekilde erteleniyor. Birçok uzmana göre çözüm, tarım arazilerinin konut inşaatına açılmasından geçiyor. Fakat bu, hem çevresel hem de politik açıdan hassas bir konu. Mevcut bina arazileri üzerinde yoğunlaşmanın yeterli olmayacağı ve mevcut zorlukların üstesinden gelmek için radikal kararlar alınması gerektiği belirtiliyor.
Sorunun çözümü kolay değil. Konu, hem yerel hem de ulusal düzeyde yoğun tartışmalara yol açıyor. Konut krizini hafifletecek adımlar atılırken, aynı zamanda çevresel dengenin korunması ve tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmamak gerekiyor. İsviçre gibi küçük ancak nüfus yoğunluğu yüksek bir ülkede, bu dengeyi sağlamak hayati önem taşıyor.
Yüksek yaşam maliyeti ve sınırlı arazi alanıyla tanınan bu ülkede, özellikle Ukrayna’daki savaşın tetiklediği yoğun göç dalgası ve nüfus artışı, konut sıkıntısını dayanılmaz bir hale getirdi. Ev bulmak, satın almak ya da kiralamak adeta bir lüks haline geldi.

NÜFUS ARTIŞI VE GÖÇ
Son yıllarda İsviçre’nin nüfusu, özellikle de göç ile önemli ölçüde artmıştır. işgücü piyasasındaki bu artış, sermayedar sınıfın işgücü maliyetlerini düşürme ve kârlarını maksimize etme stratejisinin bir parçasıdır. Ancak, evler ve yaşam alanları sabit kaldığı için, bu artış doğrudan konut arzında bir darboğaza ve sonuç olarak kira ve konut fiyatlarında astronomik artışlara yol açmıştır.

ARAZİ VE MÜLKİYET MESELESİ
İsviçre’deki arazi kıtlığı ve yüksek konut fiyatları, kapitalist özel mülkiyet anlayışının bir sonucudur. Arazi, üretim araçlarından biri olarak, belli bir sınıfın -yani burjuvazinin- elinde toplanmıştır. Toprağın sermayedarlar tarafından kontrol edilmesi, konut üretimindeki temel motivasyonun insanların ihtiyaçları değil, maksimum kâr elde etmek olduğu anlamına gelir. Bu durum, konut krizini derinleştirirken, aynı zamanda büyük bir eşitsizliğe de yol açmaktadır.

ÇÖZÜM YOLLARI
Konut problemine kalıcı bir çözüm sunabilmek için mülkiyet anlayışını ve toplumsal üretim ilişkilerini temelden sorgulamak gerekir. Devlete ait sosyal konut projelerinin artırılması, arazi kullanımının toplumsal ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenmesi ve konut piyasasının kamu kontrolüne alınması gibi adımlar, İsviçre gibi kapitalist ülkelerde atılması bir hayli güç olan sosyalist perspektifte çözüm yollarıdır.
Ancak, bu tür radikal değişikliklerin gerçekleşmesi, mevcut sistem içinde büyük bir mücadeleyi gerektirir. Kapitalist sisteme meydan okuyan her tür yeniden yapılanma, genellikle güçlü bir direnişle karşılaşır. Bu nedenle, İsviçre’deki konut krizinin çözümü, sosyal mücadeleler ve toplumsal bilincin gelişimi ile doğrudan ilişkilidir.
İsviçre’de yaşanan konut krizi, sadece bir ülkenin iç sorunu olarak görülmemeli, kapitalizmin yapısal çelişkilerini ve adaletsizliklerini gözler önüne seren global bir mesele olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda, Marksist teori, sadece analiz aracı değil, aynı zamanda daha adil bir düzenin inşası için bir kılavuzdur.