Kadın bedeni üzerinden politika

 

 

Nilgün ÖZDAL                                                                                           

 

Kadın odaklı iki yüzlü ahlak anlayışı şiddetin ve baskının her zaman bahanesi olmuştur.

Yüzyıllardır kadınlara uygulanan şiddet hayatın her alanında devam ediyor. Kadının kendi vücuduna ait söz hakkının sürekli her  fırsatta şiddetle gasp edilmesinin karanlık tarihi Avrupa’nın en medeni geçinen ülkelerinde bile öyle çok yüzyıllar öncesinde kalmamaktadır. Tarihin bir kac sayfasini geriye çevirmek, hemde çok geriye gitmeden şiddetin boyutlarını ve kökenlerini  görmeye yetiyor.

Kadınların kendi bedenleri hakkında karar verme hakkının elinden alınması,  toplumun ve sistemin iki yüzlü ahlak anlayışı şiddetin başka yüzüdür.  Kadın bedeninin üzerindeki vasilik hem yasalarla hemde gerici toplumla sürekli beslenmeye devam etmektedir.

Evli olmayan kadınların  çocuk sahibi  olması yüzyıllar boyu kadınların ruhsal ve bedensel şiddet görmesinin sebebi olmustur. İsviçre’de ve dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi  bir taraftan kürtajin çocuk cinayeti olduğunu, ceninin dokulmaz ve alınmasının günah olduğunu halka yayan ve yasalardan destek alan gericiler, diğer taraftan evlilik dışı doğan çocukların doğar doğmaz öldürülmesine  çanak tutmuştur. Sayısız bebek doğumdan hemen sonra öldürülmüştür. Öldürülmekten kurtulan çocuklar ise annelerinden zorla alınarak yetimhanelere, kiliselere verilmiş, para karşılığı  satılmış yada kandırılarak attırılan imzalarla  evlatlık verilmeye zorlanmıştır. Bu çocuklar damgalanmış şiddete, tacize, istismara  maruz kalmış,  çiftliklerde ağır işlerde çalıştırılıp, kölelik koşullarında  bedava işgücü olarak  kullanılmışlardır. 10 binlerce kadın ise akıl sağlıkları yerinde olmadıkları ve ahlaksız oldukları iddiasıyla akıl hastanelerine,  ıslahhanelere kapatılmış veya hiç bir yargı süreci olmadan hapishaneye atılmış ve toplum tarafından hor görülmüştür. Annelerin çocuklarının akıbeti hakkında bilgi almalarının önü tamamen kapatılmıştır.

Yine bu kadınlardan pek çoğu özellikle yoksul kadınlar rızaları olmadan doğum veya zorla yapılan kürtajlar esnasında kısırlaştırılmışlardır. Bu kadınlardan  birçoğu kısırlaştırıldığını ancak daha sonra yeniden çocuk sahibi olmak istediklerinde öğrenmişlerdir. İsviçre’de vasilik dairesi tarafından, yaşları küçük genç kızların, kadınların ailelerinden ve çocuklarından koparılıp ıslah evlerine kapatılması 1980`e  kadar etmistir. Pek çok kadın ve aileleri korkudan başlarına gelenleri kimseye anlatamamış, susmuş, susturulmuştur. 2000`li yılların başlarına kadar tabu olan ve örtbas edilen bu konu, son yıllarda hayatta kalan bu çocukların ve annelerin devlete karşı açtığı davalarla gündeme gelmektedir. 2013 yılında devlet kısırlaştırdıkları kadınlardan ve istismar edilen çocuklardan özür dilemiştir ve küçük tazminatlar ödemiştir. Ancak çocuklarının ellerinden zorla alınması ve evlatlık verilmesi konusunda sessizlik devam etmektedir. Ve şiddetin  her türlüsüne her dönemde yoksul alt sınıftan kadınlar daha fazla maruz kalmıştır.

İstemediğin halde doğurmak zorunda kalmak veya  istenilen bir hamileliği baskı ve zorla sonlandırmak aynı derecede şiddettir.  Özellikle  yoksulluk ya da korku sonucu kadınların gebeliği sonlandırmak için sağlıksız ve tehlikeli yöntemlere başvurmaları, genellikle sonradan düzeltilemeyen kalıcı ruhsal ve bedensel sağlık sorunlarına neden olabilmektedir.  Hamileligi sonlandırma konusunda İsviçre yasaları Avrupa’nın en katı ve kısıtlayıcı ülkesidir. Hamileligi önleyici ve  sonlandıran ilaçlar Antik çağlardan beri kullanılmıştır. İsviçre’de gericiliğin had safhaya çıktığı  15. yüzyıldan itibaren eczanelerde korunma ve hamileligi sonlandıran ilaçların satışı yasaklanmıştır. Hamileliği isteyerek sonlandıranlara, onlara yardım edenlere ölüm cezası verilmesi önce Katolik Kantonlarda yasallaşmış, ancak daha sonra Reformist kantonlarda da kabul görmüştür. Yasaklara rağmen yasa dışı ve sağlıksız koşullarda yapılan kürtajlardan büyük kazançlar sağlamıştır.

19.Yüzyılın sonlarından itibaren sosyalist kadınlar, hamileliği  önleyici ve sonlandirma ilaçlarının ve tıbbi yardımın yasal olmasi için aktiv mücadele vermeye başlamışlardır.  Ceza ve baskılara rağmen sanayileşmeyle birlikte, yoksul ailelerin şehirlerde çocuklarını beslemesi  zorlaşmış ve kadınlarda daha fazla ağır koşullarda çalışmaya başlamıştır. Bu nedenle kentlerde yaşayan yoksul kadınlar arasında da kürtaj oldukça yaygınlaşmıştır. Sovyetler Birliğinde 1917`de kürtaj cezasının kaldırılması ve daha sonra 1920 den itibaren kadınların bu konuda ücretsiz sağlık hizmeti alması, pek çok ülkeye örnek olmuştur. Birinci Dünya savaşı sonrası İsviçre’de solcu ve sosyalist  partiler, bu konuda taleplerini artırmışlardır. 1919 da işçi ve kadın hareketinde aktif olan doktor Minna Tobler Christinger ön “Die Vorkämpferin” gazetesinde kadınların özgür korunma ve kürtaj taleplerini dile getirmiştir.

Ancak parlamentoya yapılan başvurular  referandumlarda defalarca reddedilmiştir. Çocuk ve  anne için tehlike arz eden durumların istisna edilmesi bile katolikler ve sağcı partiler  tarafindan defalarca reddedilmiştir. Kadınların mücadeleleri sonucu  1942 den 1988 e kadar kürtaj cezası  3 yıla kadar  hapis cezasına çevrilmiştir. 1988`den sonra kimseye ceza verilmemiştir.

1970`li yıllarda kadınlar kürtaj cezasının kaldırılması için kampanya başlatmışlardır. Buna karşı gerici partilerde kürtaja hayır  kampanyası başlatmışlardır.  Bu süre zarfında  bazı kantonlar cezaları gevşetmiş olup fiilen uygulamamaya başlasada,  federal düzeyde  ancak  2002 yılında bu yasa yeniden düzenlenmiş ve süreye bağlanmıştır. Yeni yasaya göre 12 haftaya kadar olan hamilelikler kadınların ve doktorların onayıyla sonlandırabilir. Yapılan yeni istatistiklere göre yasanın gevşetilmesi, gericilerin iddiasının tersine kürtaj sayılarını artırmamıştır. Bu kısıtlayıcı yasanın tamamen kaldırılması için mücadele devam etmektedir. Ancak parlamentodaki hukuk komisyonunda gerici, sağcı partilerin olması durumu zorlaştırmaktadır. Yasalarda birtakım iyileştirmeler olsada hala kadınların aleyhine boşluklar devam etmektedir. Maalesef tarihin izlerini silmek toplumsal yaşamdaki önyargıları davranışları değiştirmek dünden bugüne olmamakta, izleri nesiller boyu devam etmektedir. Ayrıca gerici partiler alınan hakların gasp edilmesi için ve bununla gerici politikalarını beslemek amacıyla her fırsatta konuyu tekrar gündeme getirmeye devam etmektedirler. Ve sistemin iki yüzlü ahlak anlayışı pek çok kadının ve çocuğun yaşamını cehenneme çevirmiştir ve hala meydanlarda göstere göstere olmasada kapalı kapılar arkasında, mahkeme salonlarında devam etmektedir. Erkekleri aklamaya çalışan gerici sistem ve yandaşları  kadınlara karşı yapılan şiddete çanak tutmaya devam etmektedir. Suçluları aklamak için sudan bahaneler bulunurken kurbanları suça ortak etmek  için, taraflı ithamlarda bulunmaktadır. Ceza yasalarının yeniden düzenlenmesi konusunda kadınlar mücadele vermeye devam etmektedir.

Kadınların kendi bedenleri hakkında karar vermeleri için hiç bir kurumun ve kişinin vasiliğine kontrolüne ihtiyacı yoktur. Hele bunun ceza yasalarıyla düzenlenmesi kesinlikle hiç bir biçimde kabul edilemez. Tüm insanların  bedeni hakkında sadece kendi iradesinin geçerli olması insanlık onuruna yakışan bir yaşamın olmazsa olmazıdır.

 

Yararlanılan kaynaklar:

https://www.neuefrauenbewegung.sozialarchiv.ch/index.php/themen/koerper

https://boris.unibe.ch/101719/1/14schmitter_l.pdf

https://www.beobachter.ch/administrativ-versorgte/zwangsmassnahmen-gebt-mir-mein-kind-zuruck

https://hls-dhs-dss.ch/de/articles/007977/2011-10-13/