Irk ayrımcılığı tırmanışta

 

“Biz hayvan değiliz” Marjinal bir olgu olarak görülen yapısal ırkçılık İsviçre’de gerçek

İsviçre’de ırk ayrımcılığı vakalarının sayısı artmaktadır – toplumun tüm sektörlerinde ve yaşamın her alanında. Ancak siyasi otoriteler yapısal ırkçılığı marjinal bir olgu olarak ele almaya devam etmektedir.

Eski Birleşmiş Milletler (BM) Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Özel Raportörü Doudou Diène’nin “Irkçılık inkâr edildiği yerde gelişir.” sözü özellikle İsviçre için söylenmiş gibi. 2006 yılında Cenevre’ye yaptığı bir ziyaretin ardından, demokratik partiler içinde ırkçı fikirlerin yaygınlaşmasının ve ırkçılığın siyaset yoluyla önemsizleştirilmesinin özellikle endişe verici olgular olduğunu belirtmişti.

Aradan on yedi yıl geçmesine rağmen eleştiriler azalmadı. BM İnsan Hakları Konseyi, İsviçre’yi ırk ayrımcılığına karşı ulusal bir eylem planı başlatmaya ve polis tarafından yapılan ırkçı fişlemelere karşı şikâyetlerin toplanması için bir mekanizma kurmaya çağırdı.

Veri ve çalışma eksikliği

Gerçekten de bu karmaşık ve önemli konuya pek ilgi yok gibi görünüyor: veriler eksik, çalışmalar eksik, yasalar yetersiz. Irkçılık, sistemik bir sosyal ve kurumsal sorun olarak ele alınmıyor gibi görünmektedir.

Neuchâtel Üniversitesi’nde göç araştırmacısı ve yapısal ırkçılık üzerine bir çalışmanın ortak yazarı olan Denise Efionayi-Mäder, İsviçre’de bu konuda çok az yazılı kaynak bulunduğunu belirtiyor. “Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere ve Hollanda gibi ülkelerde ırkçılıkla ilgili kamusal tartışma ve araştırmalar çok daha ileri düzeydedir” diye açıklıyor.

Araştırmacı, bir başka tabu konu olan cinsiyetçilik ile paralellikler görüyor. “Hiç kimse İsviçre’nin bir bütün olarak cinsiyetçi olduğunu iddia edemez. Ancak cinsiyetçiliğin İsviçre’ye nüfuz ettiğini kim inkâr edebilir?” diyor.

Günlük ayrımcılığa maruz kalma

Bu durumdan etkilenenler için ırkçılık, günlük ayrımcılık ve eşitsizliğe katlanmak anlamına gelmektedir. Denise Efionayi-Mäder hazırladığı raporda ifadesine yer verdiği ve on bir yıldır İsviçre’de bulunan Güney Afrikalı Anele Dlamini bu durumu şöyle ifade ediyor: “Ne yaparsam yapayım, Almancam ne kadar iyi olursa olsun, hangi işi yaparsam yapayım, asla bu toplumun tam bir üyesi olamayacağım.” İşyerinde ırkçı yorumların nadir olmadığını söylüyor. Patronu bunları görmezden gelirken o da görmezden gelmeye çalıştığını ifade ediyor.

Kısa bir süre önce kendisini ziyarete gelen erkek kardeşi, merkez istasyonda sivil polisler tarafından görünürde hiçbir neden yokken kontrol edilmiş. “Kardeşimi kelepçelediler, histerik bir hale geldim, onlara kimliğimi gösterdim. Onlara defalarca neyi yanlış yaptığımızı sordum” diyor.

Anele Dlamini birkaç gün sonra polise giderek olayı anlatmış, bir açıklama istemiş ve kendisine dramaya gerek olmadığı, polis memurlarının herhangi bir neden olmaksızın bu tür kontrolleri yapabilecekleri söylenmiş.

Irksal profilleme artıyor

Güney Afrikalı, bu tür bir durumun söz konusu insanlar için son derece onur kırıcı olduğuna inanıyor: “Biz hayvan değiliz! Siyah olduğumuz için suçlu değiliz” diyor.

Anele Dlamini ve kardeşinin başına gelenler uzmanlar tarafından ırksal profilleme ya da yüz profillemesi olarak tanımlanıyor. Bu, insanların polis tarafından yalnızca dış görünüşleri veya etnik özellikleri temelinde kontrol edildiği bir durumdur. Bu kontroller polis teşkilatı gibi kurumların temsilcileri tarafından yapıldığı için de bu uygulamalar yapısal ırkçılık olarak değerlendirilmektedir.

Humanrights.ch ve İsviçre’deki ırk ayrımcılığı vakaları hakkında yıllık bir rapor yayınlayan ırkçılık mağdurları için danışma ağının Ayrımcılık ve Irkçılık bölümünün başkanı Gina Vega, “Halen mevcut raporun üzerinde çalışılmaktadır. Ancak bazı bulgular şimdiden tespit edilmiş durumda: Geçen yıl danışma ağına 630 ırk ayrımcılığı vakası bildirildi. Bu sayı bir önceki yıla göre 55 fazladır” diyor. Gina Vega’ya göre, kayıt altına alınmamış vakaların sayısı daha da yüksek.

En çok siyahlar etkileniyor

Rapor edilen 630 vakanın 60’ı polisle ilgiliydi ki bu neredeyse %10’a tekabül ediyor. Aşağılayıcı muamele, keyfi kimlik kontrolleri ve orantısız ceza soruşturmaları vakaları rapor edildi. Bu durumdan en çok etkilenenler siyahlar oldu.

Gina Vega polis uygulamalarını açıkça eleştiren bir isim: “Polis şimdiye kadar ırksal profillemenin kurumlarının doğasında olduğunu asla kabul etmedi ve suiistimalleri münferit vakalar olarak değerlendirdi. Bunu yaparken, ilgili bireyler için sonuçları ciddi olarak kabul edilmemekte ve bu nedenle durumları pek ciddiye alınmamaktadır.

Irkçılığa Karşı Federal Komisyon (FCR) tarafından yaptırılan bir araştırma, kurumsal ırkçılığa maruz kalan kişilerin polise ve adalet sistemine çok az güven duydukları sonucuna varmıştır. Bu nedenle, ırk ayrımcılığına maruz kalan pek çok kişi davalarını mahkemeye taşımamaktadır.

İsviçre’de ayrımcılık karşıtı yasaların yetersizliği

Avrupa Birliği’nin aksine İsviçre’de kapsamlı bir ayrımcılıkla mücadele yasası bulunmamaktadır. Irkçı Profillemeye Karşı İttifak’ın kurucularından olan avukat Tarek Naguib gibi uzmanlar bu nedenle bir reform yapılması çağrısında bulunuyor. “Ayrımcılık karşıtı bir yasa bağlamında yapısal ırkçılıktan bahsediyorsak, polis yetkilileri, güvenlik politikasından sorumlu olanlar ve yargı, polis yasasında, başlangıç ve ileri eğitimde, hizmet talimatlarında, personel alımında, şikâyetlerin yönetiminde ve her şeyden önce yönetim kontrolünde yapılması gereken değişiklikler hakkında ciddi bir şekilde düşünmelidir” diyor.

İş görüşmesine gidebilmek için adını değiştirmeye zorlandı

Yapısal ırkçılık sadece kamu sektörünü değil, aynı zamanda özel sektörü de etkilemektedir – ister işgücü piyasasında, ister konut bulmada, ister eğitim ve sporda olsun. Yine raporda yer verilen Solothurn’dan 37 yaşında bir kadın olan Arjeta Gashi’nin deneyimi bunu gösteriyor. Kosova kökenli iki çocuk annesi kadın İsviçre’de doğmuş, orada okula gitmiş, hemşirelik eğitimi almış ve İsviçre pasaportuna sahip.

Ancak mesleki hayata girişi zor olmuş: “Okuldaki notlarım çok iyiydi, aksansız konuşuyordum – ve okuldan sonra başvurularıma düzinelerce olumsuz yanıt aldım” diye aktarıyor.

Arjeta Gashi, Kosova kökenli olması nedeniyle ayrımcılığa uğrayacağından korkmuş. Bu yüzden daha önce reddedildiği bir iş için tekrar başvurmaya karar vermiş. Ama bu kez sahte bir isimle: Maja Hütter. Sonuç olarak, mülakata çağrılmış.

İşe alım sürecinde ayrımcılık nadir görülen bir durum değildir. Neuchâtel Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, yabancı kökenli kişilerin bir iş görüşmesine davet edilmek için %30 daha fazla başvuru yapmaları gerektiğini ortaya koymuştur. İki grup insan özellikle etkilenmiş görünmektedir: Balkan soyadına sahip başvuranlar ve Afrika soyadına sahip olanlar.

Sorunlu öğretim materyalleri

Özellikle eğitim alanında Irkçılık Danışma Ağı’na gelen ihbarlar artmaktadır. Gina Vega, “okulun ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele edilmesi gereken en mükemmel yer” olduğunu belirtiyor. “Öğretmenlerin ayrımcılık ve ırkçı tacizi tanıyacak şekilde eğitilmeleri ve ayrımcı durumlara tepki gösterecek ve bunlarla başa çıkacak donanıma sahip olmaları önemlidir” diye devam ediyor.

Sorun şu ki, eğitim kurumları genellikle dışlanma ve ırkçılıkla nasıl başa çıkılacağı konusunda bir kılavuzdan yoksundur. Daha da kötüsü: ırkçı klişeler, öğretim materyallerinden başlayarak hala yaygındır.

Bern Öğretmen Eğitimi Üniversitesi öğretim görevlisi Simone Marti “On yıllardır yapılan araştırmalar, çocukların ve gençlerin sosyal kökenleri, ten renkleri, sözde dini aidiyetleri veya göç geçmişleri nedeniyle İsviçre okul sisteminde kurumsal olarak ayrımcılığa uğradıklarını göstermektedir. Araştırmalar ayrıca bu kişilerin sadece performanslarına göre değerlendirilmediğini de gösteriyor,” diyor.

Federal İstatistik Dairesi’nin (OFS) entegrasyon göstergesine göre, göçmen kökenli gençlerin okulu erken bırakma veya zorunlu eğitimi en fazla tamamlama olasılığı önemli ölçüde daha yüksektir. Buna ek olarak, yabancı öğrencilerin geçiş kurslarına katılma olasılığı İsviçreli meslektaşlarına göre iki kat daha fazladır. Sistematik ırkçılığın bu durumun nedenlerinden biri olduğu düşünülmektedir.

Çözümler nelerdir?

Bu sorun nasıl çözülebilir? Pedagog Simone Marti, ırkçılığın ancak mevcut güç ilişkilerinin dönüştürülmesiyle değiştirilebileceğini ve en aza indirilebileceğini belirtiyor. “Bunu yaparken, belirli gruplar baskın konumlarını kaybederler ve alışkanlıklarını değiştirmeye, aşikâr olanı terk etmeye, güç yapılarını değiştirmeye ve kendi tutumları üzerinde çalışmaya zorlanırlar” diyor.

Ancak bu tür bir değişim bir gecede ve kesinlikle siyasi irade olmadan gerçekleşmez. Yapısal ırkçılıkla mücadele etmek için toplum ve siyaset, ırkçılığı marjinal bir olgu olarak görmeyi bırakarak işe başlamalıdır. (Arkadaş)