Ergün ÖZALP
Dünyadaki göçmen sayısı 500 milyona ulaştı.Bu sayının 100 milyonu savaşlar ve çatışmalar nedeniyle yerini yurdunu terkedenlere ait.İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; ‘’Herkes zulüm karşısında başka memleketlere iltica etmek ve bu memleketler tarafından mülteci muamelesi görme hakkına sahiptir’ demesine karşın, ülkeler kendi emperyalist,kapitalist hesapları sonucu çifte standart uygulayarak, her yıl göç yollarında binlerce insanın ölümüne neden oluyorlar. Onlar için uluslararası sözleşmeler sadece kağıt üzerinde olup, paratikleri tamamen farklıdır.
Göçmenleri ilgilendiren, imza altına alınan uluslararası antlaşmaların en önemlisi; 28 Temmuz 1951 yılında imzalanan Cenevre İltica Sözleşmesi’dir.Sözleşme,imzacı ülkeleri ‘mültecileri özümlemeyi ve vatandaşlığa almayı her türlü imkan ölçüsünde kolaylaştırmak, çabuklaştırmak’ la yükümlü kılıyor.Bu maddenin, İsviçre’de nasıl uygulandığını biliyoruz.20 yıldan fazla İsviçre’de ikameti olan, çalışan,vergi verenlerin dahi vatandaş olamadığı, önlerine binbir ayrımcı engel çıkarıldığı açıktır.Aslında bu Cenevre Sözleşmesi, 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan göçler ve sınır değişiklikleri sonucu, kaotik bir duruma gelen Avrupa’yı, ABD ve NATO eliyle yeniden dizayn etmenin ürünüydü.Sadece Avrupa’daki göçmen akışını yeniden düzenlemiyor, ‘soğuk savaş’ın başladığı yıllarda, Sovyetler Birliği’inden göçü teşvik ediyordu.Kısacası, anti-Komunist bir planın parçası olarak; SSCB’ni kuşatmak ve zayıflatmayı hedefiyordu.Sözleşme, 1967 yılında, iki blok arasında bölünmüş dünyaya paralel olarak; genişletildi ve kapsamına diğer kıtalardan gelen göçmenleri de aldı.Türkiye gibi bazı ülkeler bu ‘genişleme’ ye şerh düşerek katılmadılar.Yükümlülüklerini Avrupa’dan gelen göçmenlerlerle sınırladılar.Bu nedenle Türkiye, bugün Ortadoğu, Asya ve Afrika’dan gelenlere Cenevre Sözleşmesi’ndeki iltica hakkını tanımıyor. Göçmenlerin Avrupa’ya transit geçişlerini önleyen Türkiye; para karşılığında Avrupa ülkelerinin taşeronluğunu yaparak; göçmen deposu bir ülke olmakla övünüyor, göçmenlerin ucuz emeğini patronlara peşkeş çekiyor.
Son olarak,Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonu ve işgal hareketiyle, ABD ve avrupalı emperyalistler, Rusya’ya yönelik ekonomik ve askeri yaptırımlarını, kültürel ve sportif her alana yansıtarak, ‘soğuk savaş’ döneminin Rusofobi (Rus düşmanlığı) söylemine sarıldılar.Rus öğrenciler, yazarlar, akademisyenler, müzisyenler, sanatçılar, sporcular, rus turistler; istenmeyen kişi ilan edildiler. Almanya, rus yanlısı haberleri ve gösterileri yasaklayarak sansüre yöneldi. Rusofobik yaklaşımlar daha önce soğuk savaşın ürünüydü. Bugün geçmiş hafıza kaşınıp tazelenerek, kapitalist-emperyalistler arasındaki rekabet; rus halkına düşmanlık üzerinden sürdürülüyor ki, bu açık bir ırkçılıktır. NATO’nun, Doğu’ya genişlemesi, Rusya ve Çin’i kuşatma stratejisinin, 2030’lara kadar süreceğini açıklaması; savaşların, yeni göçlerin,emperyalist ikiyüzlülüğün ve medya yalanlarının da süreceğinin göstergeleridir.
Batılı emperyalistler, AB ve İsviçre, savaşın ilk aylarında, Asya ve Ortadoğu ve Asya’dan gelen göçmenlere çok sıkı bir göçmen politikası uygularken; Ukrayna’dan gelen 6.8 milyon göçmene, özel bir statüyle kucak açtı, kolaylık sağladı.Ukraynalıların yanlarında getirdikleri araba, mücevher ve değerli eşyaları sorgulanmadı bile.. Bu ayrımcı ve çifte standart yaklaşımı, AB Komisyon başkanı Ursula Von Derteyen; ’’Onlar bizden biri’’ diyerek savunmuştu.Almanya içişleri bakanı Nancy Faeser, ‘’Rus asker kaçaklarının uluslararası kurallar kapsamında Almanya’da korunma altına alınacağını ve sığınma hakkı verileceğini’ söyledi.Ayrıca ‘Rusya rejimine muhalif olan kişilerinde sığınma başvurusunda bulunabileceğini’ sözlerine ekledi. Almanya adalet Bakanı Marco Buschmann ise,’’Putin’in gittiği yoldan nefret eden ve liberal demokrasiyi sevenler bize gelebilirler’’ dedi.AB ülkeleri, şimdi bu yaklaşımı ortak karar düzeyine çıkarmaya çalışırken; Çek Cumhuriyeti, Estonya, Litvanya, Letonya; Rusya’dan gelen askerlere, otomatik iltica statüsü verilmesine karşı çıkıyor. Avrupa’nın öbür ucundaki İngiltere’nin ise, yasadışı gelen Afrikalı ve Ortadoğu’lu göçmenleri, 14 Nisan’da 120 milyon pound karşılığında Ruanda Hükümeti’ne sattığını biliyoruz..İngiltere bu rezilliği, Ruanda ile, sözde bir ‘’Göç ve ekonomik kalkınma ortaklığı antlaşması’ kılıfıyla yaptı..Bu liberal demokrasi ve özgürlük sevicisi batılı emperyalistlerin, insan haklarından, uluslararası sözleşmelerden; anladıklarının özeti budur..İkiyüzlülük ve arsızlık! Açık olan bir şey var: tüm bu batılı şovenist söylemin, rus düşmanlığının, göçmenlere çifte standart yaklaşımların bedeli, emekçilerin sırtına yükleniyor. Dünya ve Avrupa’da enflasyon artışta, gıda krizi ve enerji fiyatlarındaki artış, krizdeki dünya ekonomisini sarsıyor.Yöneticilerin ekonomik çaresizliğine karşın, emekçiler, üzerlerine yüklenen savaşın faturasına karşı; direniş ve grevlerle ayağa kalkıyor. Almanya, Fransa ve İsviçre emekçileri, ABD ve NATO yardakçısi yönetimlerin politikalarına, ortak olmak ve bedel ödemek istemiyor.
Sonuç olarak, iltica hakkı, seyahat özgürlüğü; temel bir insan hakkıdır. Dünya, üzerinde yaşayan ve üreten herkesindir. İlticacı, salt soyut bir kavram değil, kadını,çocuğu ve erkeğiyle, kültür ve gelenekleriyle; yerinden yurdundan kopmuş, somut, canlı ve yaşayan bir varlıktır. İlticacıya ayrımcı yaklaşılması,ucuz pazarlıkların konusu yapılması; cinayetle özdeş, insanlıkdışı bir yaklaşımdır.Emperyalist ülkeler, bu suçu hergün işlemektedir.Bazı ülkelerin yoksullarına ambargo uygulanarak iltica haklarının gaspedilmesi; faşizan, ırkçı uygulamalardır.Özellikle göçmenlerin gittiği ülkelerdeki yerli emekçilerin, bu konudaki duyarlı yaklaşım ve mücadeleleri;emek kardeşliği ve dayanışma önem taşımaktadır.