Nilgün ÖZDAL
İki haftalık COP29 İklim Konferansı, Bakü’de düzenlenerek küresel iklim politikalarına bir miktar netlik kazandırsa da, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki gerilim bir kez daha gün yüzüne çıktı. Gelişmiş kuzey ülkelerinin “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” stratejisi, bu yılki zirveye de damgasını vurdu.
Konferansın ana gündem maddesi, küresel kuzeyden gelişmekte olan ülkelere sağlanacak finansal yardımlardı. Ada ülkelerinden bir temsilcinin, zengin ülkelere yönelik şu eleştirisi durumu özetler nitelikteydi: “Ülkelerimizdeki kadınlara, erkeklere ve çocuklara, onları daha fazla tehlikeye atacak bir anlaşmayı nasıl geri götürmemizi bekliyorsunuz?” Bu sözler, sanayileşmiş ülkelerle yoksul ülkelerin aslında aynı gemide olmadığını açıkça ortaya koydu.Yoksul ülkeler, batan gemide olduklarını vurgulayıp, sık sık olduğu gibi protesto amacıyla toplantı salonunu terk etti.
MÜZAKERELER ZORLU GEÇTİ
Zorlu müzakereler sonucunda, yıllık finansman yardımlarının 2035 yılına kadar 300 milyar dolara çıkarılması kararlaştırıldı. Ancak gelişmekte olan ülkeler, başlangıçta yıllık 1300 milyar dolar talep etmişti. Sanayileşmiş zengin ülkeler, yıllardır yüksek karbon emisyonlarıyla iklim krizine yol açtı. Buna rağmen, tarihsel sorumluluklarını göz ardı ederek yoksul ülkelere “eşit sorumluluk” prensibini dayatıyorlar. Yoksul ve gelişmekte olan ülkeler ise kalkınma haklarının korunmasını ve zengin ülkelerin neden olduğu tarihsel zararların telafisini talep ediyor. Yoksul ülkeler için iklim mücadelesi, yalnızca adalet ve eşitlik değil, aynı zamanda varoluşsal bir mücadele anlamına geliyor.
YARDIMLAR YETERSİZ
Finansal yardımların miktarı yetersiz kalırken, kalkınma yardımlarında şeffaflık eksikliği ve uyumsuz teknoloji uygulamaları yardımların etkisini azaltıyor. Zengin kuzey ülkeleri, kendi karbon emisyonlarını azaltmakta yavaş davranırken, kirli üretim teknolojilerini ve atıklarını yoksul ülkelere taşıyarak doğa ve halk sağlığını tehdit etmeye devam ediyor. İklim değişikliğiyle ilgili önlemler çoğunlukla söylem düzeyinde kalıyor. Hava, su, toprak ve ormanlar hızla tahrip olurken, doğanın kendini yenileme kapasitesi giderek azalıyor. Örneğin, İsviçre’de sık sık yaşanan aşırı yağışlar ve toprak kaymaları, bu tükenişin somut örneklerinden. Ancak sermaye çevreleri, bu tahribatın asıl sorumluları olmalarına rağmen çözüm için harekete geçmiyor. Bilim insanlarının uyarılarına kulak tıkayan bu kesimler için doğa, iklim ve insan sağlığı yalnızca yeni pazar olanakları anlamına geliyor.
Yıllık 300 milyar dolarlık finansman, ihtiyaç duyulan kaynakların çok altında kalıyor. Sürecin şeffaflığı ve zengin ülkelerin tarihi sorumluluklarını ne kadar üstleneceği ise belirsizliğini koruyor. Gözler, daha somut adımların atılması beklenen COP30’a çevrildi. İsviçre ise, askeri harcamalar ve emeklilik sistemine yönelik daha acil giderlerinin olduğunu öne sürerek cömert olamayacağı sinyalini verdi.