Federal Mahkemenin verdiği karar Türkiye’den gelen sığınmacıların kabulünde belirleyici olacak.
Taylan BATMANSUYU
Kasım sayımızda, Türkiye’den gelen sığınmacıların artan başvuru zorluklarını ve bu durumun Avrupa’daki göçmen politikalarıyla bağlantılarını irdelemiştik. Özellikle SVP/UCD gibi partilerin sahte belgeleri gerekçe göstererek yabancı karşıtı politikaları yaygınlaştırdığına dikkat çekmiştik. O yazımızda, “artan suistimaller karşısında hukuki duyarlılığın korunmasının zorlaşacağı” kaygısını dile getirmiştik. Maalesef, İsviçre Federal İdare Mahkemesi’nin 8 Kasım 2024 tarihli kararı (E-4103/2024), bu endişemizi haklı çıkarmış görünüyor.
Mahkeme, başvuru sahibinin sunduğu Türk yargı belgelerini “kolayca manipüle edilebilir” ve “güvenilirlikten uzak” bularak, sosyal medya paylaşımları ve protestolara katılım gibi unsurları iltica için yeterli görmemiştir. Ayrıca, Hakkâri ve Şırnak gibi güvenlik gerekçesiyle geri gönderilemez kabul edilen bölgelere dönüşler için bireysel değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmıştır. Kararın 4.3.3 maddesindeki şu ifadeler ise özellikle dikkat çekicidir:
“Sunulan belgeler, suçun adlandırılması dışında herhangi bir maddi içeriğe sahip değildir ve standartlaştırılmış unsurlardan ibarettir. Bu belgelerin doğrulanabilir güvenlik unsurlarından yoksun olması, sahtecilik riskini artırmaktadır. Türkiye’de bu tür belgelerin ya sahtekârlar aracılığıyla ya da yozlaşmış adalet görevlileri üzerinden temin edilebildiği bilinmektedir.”
Mahkeme, Türk yargı sistemindeki yolsuzluğa dair değerlendirmeleri belge güvenilirliği açısından temel dayanak olarak kullanmış ve bu durum, başvuruların geneline karşı bir önyargının geliştiğine işaret etmektedir.
HUKUKİ BELİRSİZLİKLER VE EMSAL NİTELİĞİ
İsviçre iltica yasasının 2. ve 3. maddeleri, sığınma taleplerinin kabul koşullarını genel ifadelerle düzenler. Ancak, hangi delillerin yeterli kabul edileceği somutlaştırılmamıştır. Federal İdare Mahkemesi’nin kararları, yasa maddelerini somutlaştıran emsal niteliği taşır. Bu bağlamda, son kararın “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “terör örgütü propagandası” suçlamalarına dayalı başvurularda emsal teşkil etmesi kuvvetle muhtemeldir.
SAHTE BELGELER VE GERÇEK MAĞDURLAR
Sahte belgelerle yapılan başvuruların, gerçek siyasi zulüm mağdurlarının güvenilirliğine zarar verdiği aşikârdır. Ancak bu durum, İsviçre’nin Türkiye’den gelen tüm başvurulara şüpheyle yaklaşmasına yol açmıştır. Kararda, başvuru sahibinin sunduğu belgelerin eksikliği ve Türk yargı sisteminin güvenilirlikten uzak oluşu vurgulanmıştır. Türkiye’nin hukuki ve bürokratik yapısındaki yozlaşma, meşru talepleri bile tartışmalı hale getirmektedir.
AVRUPA’NIN ÇELİŞKİLİ TAVRI
İsviçre Mahkemesi’nin bu kararı, Türkiye’nin giderek otoriterleşen yönetimine karşı uluslararası arenada meşruiyet kazandırma riski taşımaktadır. Erdoğan rejimi, hukuku muhalefeti susturmanın bir aracı olarak kullanırken, Avrupa ülkelerinin bu duruma kayıtsız kalması çelişkili bir tavır sergilemektedir. Mahkeme’nin, TMK kapsamındaki soruşturmaların dava açılma oranlarına referansla Türkiye’deki otoriterleşmeyi görmezden gelmesi, rejimin uygulamalarına dolaylı bir onay niteliği taşımaktadır.
GERÇEK MAĞDURLARIN SESİNİ KAYBETMESİ
Erdoğan rejimi altında gazeteciler, insan hakları savunucuları ve muhalif siyasetçiler giderek artan baskılarla karşı karşıya kalırken, sahte belgeler üzerinden yapılan başvurular, gerçek mağdurların sesini gölgelemektedir. İsviçre Mahkemesi’nin bu tavrı, hem bireysel özgürlüklerin korunması hem de otoriter yönetimlerin uluslararası meşruiyet kazanması açısından tehlikeli bir emsal oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, İsviçre’nin aldığı bu karar, yalnızca bireysel başvuruların değil, Türkiye’nin uluslararası arenadaki algısının da dönüşmesine yol açmaktadır. Avrupa, bu kararlarla birlikte, Erdoğan rejiminin baskıcı politikalarını dolaylı olarak normalleştiren bir pozisyona sürüklenmektedir. Bu durum, sığınma hakkı gibi temel insan haklarına ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.