Dünya nüfusunun % 1’ i, % 99’ unu sömürüyor

 

Metin ALAN

 En zengin %1, son iki yılda dünyanın geri kalanından neredeyse iki kat daha fazla servet biriktirdi

 

Bitmek bilmeyen bir salgın, savaş ve enflasyonun ortasında, dünyadaki en zengin insanlar ve çok uluslu şirketler “olağanüstü zenginleşti”. Yardım ve kalkınma kuruluşu Oxfam’ın son raporuna göre bu durum “eşitsizlikte bir patlamaya” yol açmıştır.

İngiltere merkezli kuruluş, İsviçre’nin Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu öncesinde yayınladığı “En Zenginlerin Hayatta Kalması” başlıklı raporunda, muazzam bir servetin küçük bir zengin burjuva azınlığın elinde yoğunlaştığını belgeliyor.

Rapor, tüm dünyada gelişen bir “çoklu krizden” söz ediyor:

On milyonlarca insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya. Yüz milyonlarca insan, temel hizmetlerin maliyetinde veya evlerini ısıtmada hayal bile edemeyecekleri artışlarla karşı karşıya. İklimin bozulması ekonomiyi felce uğratıyor ve kuraklıklara, kasırgalara ve sellere neden olarak insanları evlerinden, yurtlarından ediyor. Milyonlarca insan, hâlihazırda 20 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan Covid-19’un kalıcı etkilerinden muzdarip. Yoksulluk son 25 yılda ilk kez bu kadar artmıştır.

Rapor, bu sosyal felaketin orta yerinde, “en zenginlerin olağanüstü zenginleştiğini ve şirket kârlarının rekor seviyelere ulaştığını” belirtiyor.

Oxfam, özetin ilk sayfasında aşağıdaki çarpıcı gerçekleri ortaya koymaktadır:

2020’den bu yana, en zengin %1’lik kesim tüm toplam yeni servetin neredeyse üçte ikisine sahip oldu – dünya nüfusunun en alttaki %99’unun neredeyse iki katı.

Milyarderlerin serveti günde 2,7 milyar dolar artarken, enflasyon en az 1,7 milyar işçinin – Hindistan nüfusundan daha fazla – ücret artışını geride bırakıyor.

Gıda ve enerji şirketleri 2022 yılında kârlarını iki kattan fazla artırarak zengin hissedarlarına 257 milyar dolar dağıtırken, 800 milyondan fazla insan yatağa aç girdi.

Her bir dolarlık vergi gelirinin sadece 4 senti servet vergilerinden gelmektedir ve dünyadaki milyarderlerin yarısı, çocuklarına miras bıraktıkları paradan veraset vergisi alınmayan ülkelerde yaşamaktadır.

Dünyadaki multimilyoner ve milyarderlerden %5’e kadar vergi alınması halinde yılda 1,7 trilyon dolar toplanabiliyor ki bu da 2 milyar insanı yoksulluktan kurtarmaya ve açlığı sona erdirmeye yönelik dünya çapında bir planı finanse etmeye yetiyor.

 

Oxfam, çarpıcı verileri içeren bir grafikte, 2020 ve 2021 yılları arasında en tepedeki %1’lik kesimin yeni yaratılan tüm servetin en az %63’ünü, yani 26 trilyon dolardan fazlasını hortumladığını gösteriyor. Sonraki %9’luk kesim, yeni tahakkuk eden toplam servetin %27’sini, yani 11 trilyon dolardan biraz fazlasını alırken, en alttaki %90’lık kesime, yani 7,2 milyar insana sadece %10’luk bir pay, yani yaklaşık 5 trilyon dolar kalmıştır.

Bu rakamlara dayanarak, yüz milyonlarca insan için büyük bir felaket olan pandeminin zenginler için “Allah’ın bir lütfu” olduğu sonucuna varılabilir.

Zenginliğin bu şekilde yoğunlaşması kapitalist hükümetler tarafından desteklenmiştir. Uluslararası Vergilendirme Araştırma Okulu (RSIT) tarafından 142 ülkeyi kapsayan bir çalışmaya atıfta bulunan Oxfam, dünyanın dört bir yanındaki devletlerin katma değer vergisi (KDV) veya tüketim vergilerini artırırken şirketler için vergileri düşürdüğünü, bunun da işçilerin ve yoksulların gelirlerini orantısız bir şekilde etkilediğini tespit ediyor.

2007-2019 yılları arasında RSIT tarafından incelenen 75 ülkede vergi gelirlerinin %44’ü KDV veya özel tüketim vergilerinden elde edilmiştir. Kurumlar vergisi, vergi gelirlerinin yalnızca %14’ünü oluşturmaktadır ve bu oran bordro vergilerinden dört puan daha azdır.

Dikkat çekici bir şekilde, Oxfam 25 yıldır ilk kez “eş zamanlı olarak” servet ve yoksulluk eşitsizliğinde bir artış tespit etmiştir. Bir başka ilk ise, ortalama yaşam süresini ve bir ülke içindeki eşitsizliği de ölçen Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’nin 2020 veya 2021’de on ülkeden dokuzunda düşmüş olmasıdır.

Diğer yandan, dünyanın dört bir yanındaki işçiler ve emekçiler hızla artan enflasyonun yarattığı sıkıntılarla boğuşuyor. Oxfam’ın Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine dayanarak yaptığı tahminlere göre, bu durum geçen yıl işçilerin ücretlerinde 337 milyar dolarlık bir kayba yol açtı. Oxfam, krizin küresel niteliğini göstermek amacıyla 2022 yılında 96 ülkeden alınan ücret verilerinin analizini yapmış ve en az 1,7 milyar işçinin, yani dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin, enflasyonun ücret artışını aştığı ülkelerde yaşadığını ve bunun da daha fazla eşitsizlik ve yoksulluğa yol açtığını tespit etmiştir.

ABD Başkanı Joe Biden ve diğer büyük kapitalist emperyalist ülke liderlerinin iddialarının aksine, raporun yazarları olağanüstü yüksek enflasyondan şirket vurgunculuğunu sorumlu tutuyor. Bu eğilimin pandemiden çok önce başladığına dikkat çeken Oxfam, Küresel Fortune 500 şirketlerinin 2009’da 820 milyar dolar olan kârlarını %156 artırarak 2019’da 2,1 trilyon dolara çıkardığını ve bu eğilimin hızlandığını yazıyor.

Rapor, bu fiyat artışlarının az sayıda şirketin “fiili oligopol” oluşturmasının bir sonucu olduğunu göstermektedir. Bunlar, maliyetler düştükçe tasarrufları “tüketiciler yerine hissedarlara” aktarırken “yüksek fiyatları sürdürmelerine” olanak tanıyor.

Dünyanın en büyük 95 gıda ve enerji şirketinin kârlarını analiz eden kuruluş, “Avustralya, ABD ve Avrupa’daki enflasyonun en az %50’sini, hem bir ‘kâr maliyeti’ krizini hem de bir yaşam maliyeti krizini temsil eden bir ölçekte, şirket fiyatlarının oluşturduğu” sonucuna varmıştır.

Oxfam, dünya genelindeki hükümetlerin büyük çoğunluğunun, %95’inin, artan eşitsizlik karşısında zenginlerden alınan vergileri artırmadığını; bunun yerine “zenginlerden ve şirketlerden alınan vergileri ya hiç artırmadığını ya da azalttığını” belirtiyor.

Bu, dünyanın dört bir yanındaki kapitalist hükümetlerin “çoklu krizi” işçi sınıfının sırtından çıkardığı anlamına gelmektedir. Eşitsizliği azaltmak için popüler önlemler almak yerine birkaç kişinin zenginleşmesine izin verdiler ve teşvik ettiler.

Oxfam raporu, şirketlerin ve mali oligarşinin sadece toplumu açlığa mahkûm etmekle kalmadığını, aynı zamanda krizde de büyük bir etken olduğunu belirtiyor. Rapora göre “en zenginler iklimin çöküşüne önemli ölçüde katkıda bulunuyor: bir milyarder ortalama bir vatandaştan bir milyon kat daha fazla CO2 salıyor.” Rapor “İnsanların çoğu kemer sıkma politikaları, artan yoksulluk ve hayat pahalılığı kriziyle karşı karşıyayken, milyarlarca dolarlık özel servetlerin ve rekor kârların varlığı, insanlığa hizmet etmekten aciz bir ekonomik sistemin iddianamesidir” belirlemesiyle devam ediyor.

İşçiler, emekçiler ve çalışanlar raporda sunulan gerçekleri ve ayrıntıları incelemelidir. Ancak raporun liberal reformist yazarları temel sorulardan özellikle kaçmaktadırlar. Zira Oxfam raporunda, “milyarderleri” ortadan kaldırmak amacıyla, sonunda “kalıcı vergi artışlarına” yol açacak “tek seferlik dayanışmacı servet vergisini” her derde deva bir çözüm olarak sunmaktadır.

Oxfam’ın önerdiği bu çözüm iki temel sınıfsal gerçeği göz ardı etmektedir: 1) güçlerini servet biriktirmek için kullananlar ve dünyanın dört bir yanındaki kapitalist hükümetleri kontrol edenler bundan kolayca vazgeçmeyeceklerdir ve 2) sermayenin bu muazzam yoğunlaşması, işçi sınıfının sömürülmesine dayanan kapitalist üretim ilişkilerine dayanmaktadır.

Büyük sermaye sahiplerinin servetine ve gücüne cepheden sınıfsal bir saldırı olmadan, insanlığın karşı karşıya olduğu krizlere çözüm bulunamaz. Genellikle servetini yasadışı yollardan elde eden burjuvazinin gücü ancak ve ancak işçi sınıfının kitlesel bir toplumsal hareketiyle kırılabilir. Çünkü işçi sınıfının temel siyasi amacı, devlet erkini ele geçirerek, tüm sosyal ve ekonomik yaşamı eşitlik ve sosyalizm temelinde yeniden düzenlemektir.