Ergün ÖZALP
Son günlerde Türkiye’de ve dünyada ekonominin gündeminde önemli bir konu: Türk lirasının aşırı değer kaybı ve T. Erdoğan’ın, ‘’Türkiye’nin batının Çin’i olacağı’’ söylemiyle pazarladığı ‘Yeni ekonomik model’di. Bu türden modeller, IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik tetikçiler eliyle, özellikle dünyanın geri ve bağımlı ülkelerine; ‘ihracata yönelik kalkınma modeli’ olarak dayatılıyor; kur farkı dezavantajıyla aşırı borçlandırılmış ülke, soyup soğana çevriliyordu. Bu, 80’ lerden sonra, 40 yıldır Türkiye’de de uygulamasını gördüğümüz; finans-kapitalin, serbest piyasacı Neo-Liberal politikasıydı.Kemal Derviş proğramıyla model Türkiye’de güncellenmiş; devamında iktidar olan AKP, yüksek faiz ve düşük kur politikasını sürdürmüştür ve gelinen aşamada bu da çökmüştür. Kapitalizmin bu sermaye birikim modelinin, 2008 ve sonrasında dünya ekonomisinde baş gösteren kriz süreçlerinin tetikleyicisi olduğunu; bujuva ekonomistler de artık kabul etmektedir.
Bu ekonomik modelin, Asya cephesinde, çok yoksul olan Kore ve Çin gibi ülkelere avantaj sağladığı, onları ‘geliştirdiği’; aynı zamanda mali-sermayenin sömürü ağına entegre ettiği söylenebilir.
Çin’in bugünkü gelişme düzeyinin de, bir orjinalliği yoktur.1000 cıvarında serbest bölgede batılı emperyalistlerin yüzlerce tekeli ve markası, Çin’in doğu sahillerini, ‘Dünyanın atölyesi’ haline getirdiler. Çin’in değerlerini, ucuz işgücünü, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yağmaladılar.İhraç edilen ürünler, Çin’in ihracatı olarak görünse de, bunun Çin ekonomisine ve ulusal gelirine % 30 katkısı oluyordu ve mallarda somut olarak cisimleşmiş ortalama % 70 emek değeri; batılı tekellerin kasasına akıyordu. Muazzam kaynakların varlığı,her yıl kırsal kesimden 10 milyonu şehirlere akan, yüzmilyonlarcası serbest bölgelerde 50 dolarlık aylıkla, güvencesiz çalıştırılan yedek işçi ordusu; bu süreci denetleyen sözde komunist partisinin (ÇKP’nin) ve devlet aygıtının otoriter, dikta yönetimi; Çin’deki gelişmenin ana aktörüydü.Bu gelişmenin bedeli, işçi cehennemlerinde her yıl yüzbinlercesi yaşamını kaybeden, sakatlanan işçiler; doğanın ve çevrenin ağır tahribatıdır..Çin, günümüzde önemli oranda sermaye ihraç eden ve oransal olarak azalsada sermaye çeken emperyalist süper bölgesel bir güç haline geldi. Sıfırdan dünyada rekabet edebilecek firmalar kurması ve yaratması hayli zordu.Bu zorluğu son yıllarda, özellikle 2008 dünya kriziyle birlikte aştı. Zor duruma düşen, iflası yaşayan işletmeleri satın alma, ortak olma ve hisse alma yoluyla, dünya çapında doğrudan yatırımlardan daha çok pay almaya, bu arada yeni markalara da sahip olmaya başladı.Teknolojik ve ARGE yatırmlarıyla emek üretkenliğini artırdı. Asgari ücret düzeyini görece aşamalı yükseltti, ama gelir dağılımındaki uçurumu da hergeçen gün büyüttü. Çin, milyar dolarlık servete sahip, dünyanın en zengilerinin yaşadığı ülkeler listesinde en başlarda yeralıyor. 2008 krizinden ve pandemiden sonra, büyüme hızı resmi olarak % 14 ‘lerden % 6 – 7 lere – gerçekte ise %2-2.5 – düşse de; ulusal geliri halen kişi başına 4.500 dolar düzeyindedir.Yani yaşam standartları açısından, Türkiye ve diğer kapitalist ülkelerin halen gerisinde bulunan bir ülkedir.
Türkiye ve Çin’, sözü edilen modeli 80’lerden günümüze yaklaşık 40 yıldır uyguladı, uyguluyor .. Emperyalistlerin ve IMF’nin dayatması sonucu ‘24 Ocak 1980 Kararları’’ ile başlayan, halkın yoksullştırılarak ülkedeki birikimlerin, fabrika ve işletmelerin ‘özelleştirme’ adıyla, Mali-sermaye tekellerine peşkeş çekilmesi, ancak 12 Eylül Faşist Cunta döneminde hayata geçirilebilmişti. İşçi ve emekçilerin örgütleri kapatılmış, grevler yasaklanmış;sendikacı, gazeteci, devrimci- demokrat , komunist işçi önderlerinin onbinlercesi tutuklanıp cezaevlerine kapatılmış, onlarcası idam edilmişti. 94 Türkiye krizi ve 2002 sonrasında ve 2018’de, ekonomik iflas dönemleri bu modelin sonucu olarak ortaya çıktı.Yani bir ekonomik model, farklı araziye ekilen tohumlar gibi, aynı verimlilikte ürün sağlamıyor. Çin’in ve bazı ‘Asya Kaplanları’ ve Türkiye’nin pratiğe geçirdiği model, doğal olarak kapitalizmin eşitsiz ve dengesiz gelilşmesinden ötürü; farklı sonuçlar verdi. Çin’in geldiği yer ortada. Fakat Türkiye, şimdiden Çin’in pazarı haline gelmiştir. Türkiye, Çin’in en büyük ithalat ortağıdır. Çin, aynı zamanda, Türkiye ile yapılan Swap antlaşmalarının tarafı, Türkiye’nin peşkeş çektiği işletme ve arazi ve limanlarının alıcısı; askeri projelerin de ortağıdır.
T. Erdoğan’ın ‘Ekonomik kurtuluş savaşı’ olarak sunduğu bu proğram, emperyalist tekellere tam teslimiyetin davetiyesidir. Faizlerin düşürülmesi yoluyla,Türk Lirasının dolar karşısındaki değerini düşürmek; ülke içindeki işletme, fabrika ve değerli tarım arazilerinin ucuzlaması demektir. Elde kalan değerli varlıklar daha öncesinden ‘Varlık Fonu’ nda toplanmış, eski borçların faizini mali sermayeye ödemek için görücüye çıkarılmış; ipotek karşılığı ‘dış güçlerden’ doviz arayışına girişilmişti.20 yıllık AKP iktidarı faşizan yöntemlerle, özgürlükleri yok ederek,savaşçı, şoven, ırkçı ve mezhepçi politikalarla, toplumu adeta ikiye böldü. Emekçi halk kesimleri, gelinen yerde Liranın değersizleşmesi, artan enflasyon ve vergilere yapılan zamlar sonucu; aşırı yoksulluk nedeniyle adeta yaşam savaşı vermektedir.20 yıllık AKP iktidarı, sermayesi ordusu ve polisiyle, mahkemesiyle; hep birlikte organize bir suç örgütüne dönüşerek, halkın birikimlerine de çöktü.. Kişibaşı ulusal geliri 10 bin dolar düzeyinden 7 bin dolar düzeyinin altına düşürdü.Türkiye zaten bir ucuz emek cennetiydi.Türk Lirasi’ndaki son değer kaybı sonucu asgari ücretler 220 dolara, yani Çin’dekinin altına – Çin’de aylık 280 dolar düzeyindedir – düştü. Türkiye’de emekçilerin yoksulluğu,dovizdeki dalgalanmalar,artan enflasyon ve yaşanan kriz; pandemiye bağlanamaz. Kriz, öncesinden göstere göstere gelmişti, pandemi bunun üzerine tüy dikti. Pandemi nedeniyle, mal tedarik zincirinde sorunlar yaşanması, dünya ölçeğinde enflasyonu bir parça artırdı. Fakat, resmi rakamlara göre OECD ülkelerinde ortalama % 4 enflasyon yaşanırken, Arjantin % 58’le en yüksekte; Türkiye ise % 21 (gerçekte %50) ile ikinci sıradadır. AKP ve destekçisi güruh, yine istatistik rakamlarla oynayarak; sokakta ve pazarda % 50’yi aşan enflasyonu, TÜİK vasıtasıyla gizleyerek; %21 olarak ilan etti. Hedefleri, asgari ücreti, maksimum resmi enflasyon kadar yükseltmek; zamlar ve vergi artışlarıyla verdiğini fazlasıyla geri almak; soygun ve yoksullaştıma sürecini sürdürmektir. Sermayenin yurt dışına kaçtığı, yetişkin beyinlerin ve gençlerin % 80’nin yurt dışına kaçış yolları aradığı bir ülke olan Türkiye’nin, tüm sınır komşularıyla ilişkileri bozuk ve gergindir. Faşizan yönetimin hak ve hukuk tanımaması, özgürlükleri yok etmesi; Türkiye pazarına girecek yabancı sermayenin riskini artırdığından, içeride olanların da, dışarıya kaçışını hızlandırıyor. Merkez Bankası kasası tamtakır boşalmış olan Türkiye Cumhuriyeti devleti, 500 milyar doları aşkın dış borçlarının, faiz taksitlerini ödeyebilmek için; yüksek faizle dahi borç bulmakta zorlanıyor..
Özetle, Türkiye’nin Çin tarzında sanayileşme ve kalkınma olanağı yoktur.En başta Türkiye emekçileri kazanılmış haklarının gaspedilmesine sesizce boyun eğmeyecektir.Türkiye halklarının mevcut yaşam standartlarını gerileterek, ucuz emeği,’maliyet avantajı ve ekonomik üstünlük’ olarak pazarlamak; turizmi, hizmet sektörünü öne çıkarmak; emperyalist tekellerin, İMF’in dayattığı politikaların kölece onaylanması, sanayileşmeden, üretim ve istihdamdan vazgeçişin ilanıdır. AKP-MHP’de simgelenen faşist sistem; ancak açık- faşist diktatörlüğe geçtiği, işçi emekçi direnişini bastırdığı, ücretleri köleci yaşam koşullarına uyarlayabildiği koşullarda; daha önce denenmiş bu modeli, görece sancısız biçimde sürdürebilir. Ekonomist ve siyasal bilimcilerin çoğu, Türkiye’de olası bir sosyal patlama tehlikesine dikkat çekiyor. Modelin uygulanması milli güvenlik sorunu olarak MGK’da ele alındı ve onaylandı.2023’teki seçimler yapılır mı, ya da bir yolu bulunup ertelenir mi? Bu faşizan baskı rejimi,sosyal patlamayla mı yoksa seçim sandığı sonuçlarıyla mı devrilir? Bunun yanıtı bugünden verilemez ama, tüm bunlardan bağımsız olarak; bu gidişe dur diyecek, sömürü ve soygun düzenine son verecek, demokratik, özgürlükçü, barışçı bir düzenin önünü açacak ve kuracak tek alternatif yol; Türkiye’nin emekçi halklarının bugünden birlik halinde ayağa kalkması ve direnmesidir.