Avrupa hangi yöne gidecek? 

 

Fuat AKYÜREK

Ukrayna’daki savaş üzerinden yürütülen güç ve egemenlik mücadelesi sadece ABD, İngiltere ve Rusya’yı karşı karşıya getirmiyor. Bu hesaplaşma aynı zamanda doğrudan doğruya Avrupa’nın hangi yöne gideceği üzerinde de etkili oluyor. Avrupa dünya politikasında bağımsız mı davranacak yoksa ABD’ye mi yedeklenecek? Şimdilik görünen bu hesaplaşmada ABD’nin önde ve avantajlı olduğu. Ama hesaplaşmanın çapının Çin’i de içine çekerek büyümesi durumunda gelişmelerin oldukça kritik bir yöne doğru evrileceğini öngörmek için pek çok neden bulunuyor.

ABD emperyalizminin Rusya ve Çin konusundaki tutumu açık ve net. Buna göre Rusya yakın tehdit, Çin ise stratejik rakip ve kuşatılması, gelişme hızının yavaşlatılması, sınırlanması gereken bir güç. Olağan gelişme temposu gösteriyor ki, Çin’in, önünün kesilmemesi durumunda normal gelişme koşullarında ABD’yi egemenlik tahtından indireceği, dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücü olacağı olacağı kesin gibi. Çin zaten şimdiden ABD’yi bazı alanlarda geçti ve geride bıraktı. ABD Trump dönemine kadar Çin ile ilişkilerini ABD tekellerinin çıkarları temelinde yürüttü ve bu politika Trump’la birlikte değişmeye başladı.

Bu değişim Trump’ın kişisel tutumundan ileri gelmiyordu. Bu tutumun ardında yatan ve ona yön veren ABD emperyalizminin stratejik çıkarlarıydı. Biden’ın iş başına gelmesiyle bu politika tırmanarak devam etti ve beraberinde Taiwan, Kuzey Çin Denizi vb gibi pek çok gerilimi de getirdi. ABD açıkça şunu ilan ediyordu: ‘Bu dünyanın egemeni benim, Batı emperyalizminin lideriyim, bu konumumu korumaya ve geliştirmeye maliyeti ne olursa olsun kararlıyım. Avrupa’da benim arkamda durmak zorunda vb.’

Ama bu politikanın özellikle Avrupa üzerinde ağır bir maliyeti var. Avrupa AB biçiminde bir araya gelse de çelişkisiz, bütünleşmiş bir güç değil. Almanya ve Fransa AB’nin lider ülkeleri ve aralarında stratejik bir birlik sağlanmış değil. AB ordusu, liderlik vb konularda henüz anlaşmış değiller. Polonya gibi Doğu Avrupa, Baltık ülkeleri ABD ve İngiltere politikasına daha yakın. Ama bütün bunlar içerisinde öne çıkan sorun Almanya’nın Rusya ve Çin ile olan ilişkileri. Almanya’nın Rusya ile olan ilişkileri enerji başta olmak üzere ağır bir darbe yedi. ABD’nin zorlamasıyla Çin’le olan ilişkileri de tartışılmak üzere masaya getirildi.

Büyük Alman tekellerinin Çin’de önemli yatırımları var ve Çin Almanya’nın ihracatın da ABD’den sonra ikinci yeri tutuyor. Alman tekelleri Çin’de yaptıkları üretimi hem Çin iç pazarına, hem de dünya pazarına ihraç ediyorlar. Çin’in Almanya’da yatırımları var ve son olarak Hamburg limanında bir terminalin bir bölümü Çin’e satıldı. Alman hükümeti baskılar nedeniyle bu satışın terminalin yönetiminde ve kararlarında Çin’in etkili olmayacağını açıklasa da ekonomik ilişkilerde açılan kapıdan içeriye nelerin gireceği kestirilemez.

ABD Almanya’yı bütün bu ilişkilerde sınırlamayı, Alman emperyalizminin kendisinin koşulsuz bir takipçisi olmasını istemektedir. Uluslararası politikanın bugünkü düzeyinde Almanya-Çin ilişkileri şimdilik önemli bir yara almadan yürümektedir. Ancak uluslararası politikada ilişkilerin daha da sertleşmesi durumunda Almanya kesin bir karar vermek zorunda kalacaktır ve Çin ile ilişkileri sınırlayarak ABD’nin peşine takılmak Alman ekonomisine ciddi bir darbe vuracaktır. ABD’nin Fransa’yı da benzer biçimde zorladığı bilinmektedir. Hatırlanacağı gibi Fransa’nın Avusturalya ile yaptığı denizaltı satış anlaşması ABD’nin araya girmesi ile iptal edilmiş, Fransa aşağılayıcı bir tarzda dışlanmıştı.

ABD’nin, aynı zamanda onun stratejik ortağı halinde davranan İngiltere’nin stratejisi Almanya ve Fransa liderliğindeki AB’nin Avrupa’da iddia sahibi, bağımsız emperyalist bir güç odağı olarak davranmasının önünü kesmektir. ABD emperyalizmi Rusya ve Çin’i şimdilik farklı düzeylerde hedefine koymuşken, yürütülen bu politikanın arka planda kalan hedeflerinden birinin de AB’yi etkisizleştirmek ve kendi peşine takmak olduğu açıkça görülmektedir. Ancak sertleşmenin tırmanması aynı zamanda Almanya ve Fransa’nın bu biçimde yedeklenmeye karşı tutum geliştirmesini de beraberinde getirebilir ve bu emperyalist devletlerin doğası göz önüne alındığında şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır.

Bütün bu gelişmelerden doğrudan etkilenecek olanlar ise uluslararası işçi sınıfı ve emekçi halklardır. Dünyanın belli başlı ekonomik güçleri pandemi öncesinde genel bir durgunluğa doğru ilerlemekteydi. Pandemi bu süreci tetikledi ve durgunluk yaygınlaşırken ticaret zincirlerinde kopmalar meydana geldi. Pandemi sonrası -artık salgın yokmuş gibi davranılıyor- hafif canlanma ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve savaş nedeniyle yeniden yerini gerilemeye bıraktı. Kendini enflasyon artışı biçiminde açığa vuran, beraberinde hayat pahalılığını getiren ekonomik kriz yaygınlaşıyor ve İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde işçi sınıfının ve emekçi halkın tepkisi grevler ve gösterilerle ortaya çıkmaya başlıyor. İtalya, Yunanistan, İspanya, bazı Doğu Avrupa ülkelerinde de benzer gelişmeler görülüyor. İşçi ve emekçilerin krizin yükünün kendi sırtlarına yıkılmasına karşı mücadelelerinin yükselmesi, hem emperyalist saldırganlığı ve hem de kapitalist soygunu geriletecektir.

Emperyalizm dünyanın altına içinde nükleer silahlarında bulunduğu bir patlayıcı madde deposu yerleştiriyor. Ama tarihsel tecrübelerin gösterdiği şudur ki: uluslararası işçi sınıfı ve halkların öfkesinin yükselmesi ve sele dönmesi durumunda onları hiçbir silah durduramamaktadır.