Salgın 2020’de Avrupa Birliği’nin “dayanışma” maskesini düşürdü. Birlik, tartışmalı zirvelerle zar zor bir arada kalırken çıkar çatışmalarını 2021’ye devretti.
Yücel ÖZDEMİR / Köln
Koronavirüs salgını ekseninde 2020’de yaşananlara baktığımızda Avrupa Birliği’nde (AB) sıkça dile getirilen “dayanışma”nın boş bir söylemden ibaret olduğu bu yıl açık olarak görüldü. Avrupa’da ilk olarak İtalya’da görülmeye başlanan koronavirüse karşı diğer ülkelerin aklına ilk gelen sınırları kapatmak oldu. İlk başta Avusturya tarafından atılan sınır kapatma adımı daha sonra diğer ülkeler tarafından takip edildi ve 19 Mart 2020’de AB genelinde ülkeler arasında sınır kontrolleri başlatıldı. Uzun bir süre sınırlar kapalı tutuldu. Zorunlu olmadıkça ülkeler arası seyahatlere izin verilmedi. Böylece serbest dolaşımın, dayanışmanın adresi olarak gösterilen AB’de her ülke kaderiyle başa baş bırakıldı. Özellikle de en fazla ölü ve vaka sayısının olduğu İtalya.
YARDIM ÇAĞRILARI KARŞILIKSIZ KALDI
Mart ve nisan aylarında İtalya’dan gelen yardım çağrılarının çoğu karşılıksız kaldı. Virüsün merkez üssü haline gelen Balermo kentinde cesetler artık toplu şekilde askeri araçlarla taşınıp gömülürken, diğer Avrupa ülkeleri İtalya’ya solunum cihazı, maske ve dezenfektan dahi göndermeye yanaşmadı. Hele yoğum bakım sırasında kullanılan solunum cihazlarını üreten Almanya gibi ülkeler açıkça “Önce ben” dedi. Ulusal çıkarlar ve güvenlik bir kez daha öne çıktı, teoride kaderleri birbirine bağlanan AB ülkeleri tek başına bırakıldı. Hal böyle olunca pandeminin ülkelerdeki etkisi özellikle birinci dalga döneminde çok farklı oldu. Zengin Almanya az vaka ve ölü sayısıyla övünürken, sağlık sistemi AB tarafından dayatılan programlarla özelleştirilerek iyice zayıflayan İtalya ve İspanya gibi ülkeler en fazla sarsılanlar oldu. Kolay bir şekilde toparlanmaları ise beklenmiyor.
TEK BAŞARI ‘AB’NİN BİR ARADA KALMASI’
Yaz aylarına doğru pandemi kısmen kontrol altına alınmaya başlandıktan sonra ise bu kez aylarca süren “ulusal bencilliği” telafi etme adına sembolik yardımlar sunuldu. En son değişik pazarlıkların ardından AB ülkelerine dağıtılmak üzere 750 milyar avroluk bir fon AB zirvesi tarafından kabul edildi. Fondan yararlanma da yine değişik şartlara bağlandı.
Bu zor yılda dayanışmadan çok ulusal çıkarlar ve dışarıya karşı korunma öne çıkarken, başarı adına söylenen tek şey “AB’nin bir arada kalmayı başarması” olarak gösteriliyor. Der Spiegel’de yılın ikinci yarısında AB dönem başkanlığı devralmasını değerlendiren Markus Becker, Merkel’in izlediği politikayla bunu başardığını ifade ediyor. Bir yanıyla pek de haksız sayılmaz.
Reklam
SORUNLAR 2021’E DEVRETTİ
Bir taraftan Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa’nın AB’yi Türkiye’ye karşı açık tutum almaya çağırdığı Almanya’nın dönem başkanlığı döneminde, otoriter rejimlerin inşa edildiği Polonya ve Macaristan, AB’nin yedi yıllık bütçesini “ulusal çıkarlarını” öne sürerek bloke etme kartını öne sürdüler. Sonunda istediklerini almayı başardılar. Ülkelere yapılacak yardımlar, Avrupa Adalet Divanı kararı olmadan ülke liderleri tarafından kolay bir şekilde kesilemeyecek. Bu aynı zamanda her iki ülkenin otoriter rejimine zaman kazandırma anlamına geliyor.
Pazarlıkların ardından verilen tavizler üzerinden Almanya, zor geçen 2020’de AB ülkelerini, büyük sarsılmalar yaşanmadan bir arada tutmayı başardı. Ama bu aynı zamanda ulusal çıkar çatışmalarının çözülme yerine ertelendiği anlamına geliyor. Dolayısıyla 2020’de AB’nin var olan sorunlarına yenileri eklenerek 2021’e devredildi.
Halbuki, özellikle Almanya, dönem başkanlığı sırasında epey hedef önüne koymuştu. Bunların başında AB’nin ABD ve Çin’e karşı rekabet gücünün artırılması, Leipzig’de AB-Çin zirvesi düzenleyerek çeşitli anlaşmalar imzalama, başta Kuzey Makedonya olmak üzere Batı Balkan ülkeleriyle üyelik müzakereleri başlatma vb. geliyordu. Hedeflenen pek çok adım atılmazken, pek çok açıdan çelişkilerin kendisini daha belirgin olarak ortaya çıkardığı bir süreç geride bırakıldı. Birleşik Krallık ile Brexit Anlaşması imzalanması ise geride 2020’nin tek başarısı.
AB’NİN İNSANLIK DIŞI SIĞINMA POLİTİKASI SÜRÜYOR
AB’nin insanlık dışı sığınmacılar politikası 2020’de de devam etti. Yıllardır sığınmacıların ülkelerin nüfusuna göre AB içinde paylaştırılması gerektiği yönündeki karar bir türlü hayata geçirilmedi. Özellikle gerici-faşist partilerin hükümette olduğu Polonya ve Macaristan bunu reddetmeye devam ediyor.
“Pandemi yılında” hali vakti yerinde olan insanlar bile virüsten korunmakta zorluk çekerken, sığınmacılar topluca yurtlarda tutulmaya devam edildi. Bu nedenle başta Almanya olmak üzere birçok ülkede sığınmacı yurtlarında toplu koronavirüs vakası yaşandı. Binlerce sığınmacının yaşadığı Yunanistan’ın Midilli Adası’ndaki Moria Kampı’nda çıkan yangın ise kısa sürede Avrupa’da geniş yankı yarattı. Binlerce insanın insanlık dışı koşullarda tutulmasına karşı binlerce insanın katıldığı eylemler düzenlendi. Buna rağmen AB, Yunanistan’daki sığınmacı kamplarının boşaltılmasına yanaşmadı. Sadece kimsesiz çocukların ve zor durumda olan kadınların alınacağı açıkladı. Onu da sadece birkaç ülke yaptı. Bu nedenle AB sınırları içerisinde insanlık dramı devam ediyor. Alman İstatistik Enstitüsünün verilerine göre 2020’de 922 sığınmacı Akdeniz sularında yaşamını yitirdi.
AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ NASIL DEVAM EDECEK?
2020’de özellikle yaz aylarında Türkiye üzerinden AB içindeki çelişkiler de kısmen arttı. Özellikle Fransa’nın Ege ve Akdeniz’deki gelişmelere bağlı olarak Türkiye’ye karşı sert önlemler alınması yönündeki çağrıları bir taraftan Türkiye ile Fransa arasında diğer taraftan ise Türkiye ile AB arasında gerilime yol açtı. Dönem başkanı olarak Almanya, gerilimin tansiyonunu düşürmek için ara bulucu rolünü üstlendi. 10-11 Aralık’taki AB zirvesinde alınması beklenen bazı yaptırım kararları Türkiye konusunda AB Dışilişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell’in hazırlayacağı rapora bağlandı.
AİHM’nin en son HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karara karşı Türkiye’nin alacağı tutum da 2021’de belirlenecek politikada rol oynayacak. AB’nin mart zirvesinde genel olarak Türkiye konusunda nasıl bir tutum alacağının şekillenmesi bekleniyor. Almanya, her zaman olduğu gibi Türkiye ile olan ekonomik, askeri ve siyasi ilişkileri nedeniyle yaptırımların ilişkilerde köklü bir kopuşa yol açmaması için diğer AB ülkelerine baskı yapmaya devam edecek.
AB, BELARUS’TA İSTEDİĞİ SONUCA ULAŞAMADI
Avrupa’da yılın en önemli gelişmelerinden biri Belarus’ta yaşandı. 9 Ağustos’ta yapılan başkanlık seçimlerini Mevcut Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko açık oy farkıyla kazandığını ilan ederken, Batı yanlısı muhalefetin adayı Svyatlana Tsihanouskaya sonuçları tanımadı ve halkı sokağa çağırdı. AB ve ABD seçim sonuçlarını tanımayarak rejimin devrilmesi çağrılarına destek verdi. Eylemler, SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan Balerus’ta en güçlü Batı yanlısı toplumsal hareket olma özelliği taşıyor. Aylardır devam eden protestoların ardından Lukaşenko, anayasada bazı reformlar vereceğini vadetti. Ancak bu da protestoları bitirmedi. AB, halen Lukaşenko’yu resmi devlet başkanı olarak tanımıyor ve son zirvede bu ülkeye karşı bazı yaptırım kararları da aldı.
SOSYAL HAREKET VE EMEK MÜCADELESİ
Kıta genelindeki en büyük sosyal hareketler liseli gençliğin küresel ısınmaya karşı her cuma günü düzenlediği eylemler ile ABD’de George Floyd’un öldürülmesine karşı yapılan dayanışma eylemleri oldu. Yüz binlerin katıldığı eylemlerde sadece ABD’deki ırkçılık değil, aynı zamanda Avrupa ülkelerindeki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konu edildi, sömürgeciliğin sembolü olan kişilerin heykelleri yıkıldı.
Fransa ve Viyana’da radikal İslamcılar tarafından gerçekleştirilen cinayetler halk arasında tepki görürken, Fransa’da polisin halka yaptığı saldırıları belgeleyenleri cezalandırmak için çıkarılması planlanan yasa tasarısı da pandemiyle rağmen sokakta protesto edildi. Almanya’da ise asıl olarak aşırı sağcıların, komplo teoricilerin içinde yer aldığı kesimler sokağa çıkarak eylemler yaptı.
Genel olarak pandemi egemen sınıflar tarafından sokak hareketinin bastırılması, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması için kullanılırken, bunun birçok ülkede etkili olmadığı da görüldü. 2020 ekonomik-sosyal sorunların büyüdüğü, işsizliğin ve yoksulluğun arttığı bir yıl olarak geride kalıyor. Bu sorunlara karşı mücadele ise 2021’in en önemli görevi olarak duruyor.