Rusya-Ukrayna savaşıyla gündeme gelen enerji sıkıntısının yarattığı panik atak sayesinde, İsviçre’deki burjuva basın ve siyaset dünyasından çok sayıda ‘yetkili ve etkili’ kişi tarafından yapılan yorumlar, nükleer santraller etrafında yeni bir fikir birliği oluşturmaya çalışıyor.
İsviçre halkı, 2011’deki Fukushima Daiichi kazasının ardından Federal Konseyin, 2034 yılına kadar nükleer enerjiye başvurmaktan tamamen vazgeçme niyetini ilan etmesiyle birlikte,nükleer enerji sorunuyla ilgili siyasi tartışmaların kesinlikle kapandığını sanıyordu.
Üstelik 2050 Enerji Stratejisinin bir parçası olarak İsviçre Enerji Yasası’nın kapsamlı bir revizyonu, önce Parlamento tarafından ve ardından SVP(UDC)’in muhalefetine rağmen 2017’de referandumla onaylanmış, özellikle yeni enerji santrallerinin inşasını yasaklamıştı. Ancak, şu anda faaliyette olan tesislerin faaliyetlerinin durdurulmasına ilişkin hükümler çok esnek ve belirsizliklerle dolu. Çünkü bu belgeler, tesislerin işletilmesinin “güvenli olduğu sürece” devam edeceğini belirten ve bununla sınırlı resmi belgelerdir.Bu ibarenin “istediğimiz sürece” ibaresi ile aynı anlama gelen isteğe bağlı esnekbir boyutunun varlığı halktan gizlenmişti.
Son yıllarda sürekli bahsedildiği gibi, nükleer santrallerin emeklilik yaşı da tıpkı kadınların emeklilik yaşı gibi sürekli olarak yukarı doğru yeniden değerlendiriliyor.Bu nedenle, bir elektrik santralinin faaliyetlerinin askıya alınıp alınmamasına karar verme kriterleri, siyasi güç dengesi kadar katı teknik parametrelere de bağlıdır.Bu bağlamda, Liberal-Radikal Parti’nin Şubat 2022’de özellikle yeni nesil nükleer santrallere izin verilmesini mümkün kılan koşulların oluşturulmasını talep eden ve “ihtiyaç kanıtlanmıştır, güvenlik her zaman sağlanır ve atıklar ortadan kaldırılabilir” ifadelerinin yer aldığı bir önergenin kabul edilmesi önemli bir işaret olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle, toplumsal ve ekolojik muhalefet, egemen sınıfların bir kısmının giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkmasına izin verdiği kâr öncelikli nükleer enerji hırslarının tam olarak farkına varmalı ve nükleer karşıtı mücadeleye ivme kazandırmalıdır.
Çatışan bir sınıf ilişkisi olarak enerji
Enerji talebinde kaçınılmaz bir artış iddiası, burjuvazinin nükleer yanlısı argümanlarının temel taşıdır.Bu, etkin toplumsal faydalarından bağımsız olarak, sadece sermayenin uygarlığına özgü olan sonsuz büyüme zorunluluğu, çok miktarda malın sürekli dolaşımını gerektirir.
Fizik faaliyetleri, sürekli artan bir enerji akışının eşlik etmesini gerektiren faaliyetlerdir. Savaş ve iklimsel nedenlerle fosil kaynakların kullanılması tehlikeye girer girmez, burjuvazinin ve onun organik aydınlarının nükleer enerjinin sunduğu potansiyelleri, bunların yerine kullanılabilecek bariz bir enerji kaynağı olarak gördükleri açıktır. Ve böylesine tekno-bilimsel bir acelenin yaratacağı muazzam riskler için çok daha kötüsü, burjuvazinin Latincedeki “fiatenergia, pereatmundus (enerji zafer kazansın, dünya yok olsun)” temel düsturuna sahip olmasıdır.
Ama tersine kapitalist olmayan bir toplum yapılanması, hiçbir durumda kapitalizmin gerektirdiği düzeyde enerji tüketimine yol açmaz. Buna dair bir öngörü çalışması, 2021’de negaWatt İsviçre’nin “2050 Enerji Geçişi Senaryosu”nun yayınlanmasına yol açtı; bu senaryo, tamamen fiziksel bir bakış açısından, yalnızca yenilenebilir enerjilere (ne fosil hidrokarbonlar ne de nükleer) dayalı bir İsviçre enerji sisteminin mükemmel uygulanabilirliğini gösteriyor.
Ancak, böyle bir yol ayrımı, enerji verimliliği kazanımlarına ek olarak, enerji tüketimi ve üretimi ile ilgili “gönüllü olarak azla yetinme” için sosyal ve politik koşulların oluşturulmasını gerektirir. Bunun, insanların toplumsal ve maddi ihtiyaçlarını karşılama amacına dayalı bir toplum örgütlenmesi ile uyumlu olsa da, ilk bakışta kapitalist birikimle taban tabana zıt olduğu açıktır.
Kısacası, burjuvazinin bütün kesimlerinin nükleer enerjiye olan yenilenen takıntısı, onun adaletsiz bir sosyo-ekonomik sistemi sürdürme kararlılığını deşifre ediyor. O zaman nükleer gücün uzlaşmaz bir tutumla reddedilmesi, kapitalizme karşı verilen sınıf mücadelesinin birçok cephesinden biri olarak ele alınmalı ve emekçi sınıflar nükleer karşıtı mücadelenin en ön saflarında yer almalıdırlar. (Arkadaş)