Teibe Alan
Bu kelimelerden oluşan slogan, 2023 yeni kadın grevi için işçi ve emekçi kadınların sendikal taleplerini özetliyor esasen. Eşit işe eşit ücret konusunda İsviçreli emekçi kadınlar hala hedeflerinin çok uzağındalar. Çünkü tüm çalışma hayatları boyunca kadınların geliri erkeklerden %43 daha düşüktür.
İsviçre’de bankalara milyarlar akıtılıyor, ancak emekçi kadınların ücretlerini ve emekli maaşlarını artırmak için para sıkıntısı çekiliyor. Eşit işe eşit ücret ilkesini teyit eden eşitlikle ilgili anayasa maddesinin kabulünden 40 yıldan fazla bir süre sonra, durum hala tatmin edici değil: 2020’de, tam zamanlı bir iş için ortalama ücret farkı 2014’teki %18,1’e kıyasla %18’dir.
Bu kadınların suçu mu?
İsviçre İşverenler Birliği Başkanı Marco Taddei “eşitlik geriye değil, ileriye gidiyor” dediğinde, insan ister istemez rakamları nereden aldığını merak ediyor. Muhtemelen hiçbir yerden, çünkü amaç iki yönlü bir saldırı gerçekleştirmek: eşitsizlikleri görünmez kılmak ve kadınların maruz kaldıkları ayrımcılığın yükünü yine kadınların kendilerinin taşımasını sağlamak. Düşük ücretli kadın işçiler hep yanlış işleri seçecek, işe alındıklarında ücretlerini nasıl müzakere edeceklerini bilemeyecek ve anne olduklarında çalışma oranlarını kendi istekleri ve tercihleriyle azaltacaklardır. Dolayısıyla, eğer yoksulluk sınırında emekli maaşları alıyorlarsa, bu sadece onların suçu olacak!
Hiçbir şey işverenlerin ve sağcı muhafazakâr siyasetçilerin, bu suçluluk psikolojisiyle dolu söyleminden daha yanıltıcı olamaz. Emekçi kadınlar on yıllardır eşit ücret için mücadele ediyor. Ancak 14 Haziran 2019’daki kitlesel seferberlikten dört yıl sonra, eşitlik konusunda hala ilerleme kaydedilmediğini kabul etmek zorundayız. Bu nedenle yeni bir kadın grevine ihtiyaç var!
Tam zamanlı ücretler: %18 daha az
2020 yılında, ekonominin geneli için ortalama cinsiyete dayalı ücret farkı %18’dir. Bu farkın yaklaşık yarısı sözde “nesnel” faktörlerle açıklanamıyor. Çünkü eşitlik Yasasına göre, bu açıklanamayan fark ve tutarsızlık tamamen ayrımcı olarak kabul edildiğinde bir anlam kazanıyor ve açıklanabiliyor. Bu nedenle, ücret eşitsizliğinin temelini oluşturmaktadır ve kadın olmaktan başka hiçbir faktörle bağlantılı olmadığı için öncelikle ortadan kaldırılmalıdır. Üstelik bu fark azalmak yerine 2014 ile 2018 yılları arasında %5,5 oranında artmıştır!
Ücret farkı özel sektörde, kamu sektörüne kıyasla daha büyük olup sırasıyla %19,5 ve %15,1’dir. Kamu sektöründe 2018 ve 2020 yılları arasında fark %3 oranında daralmış, ancak açıklanamayan kısım %9,5 oranında artmıştır. Bu oran şu anda %46,7 ile açığın neredeyse yarısına denk gelmektedir.
Bu rakamların sadece kamu kurumlarını kapsadığını da belirtmek gerekir. Dolayısıyla çoğu hastaneyi, yaşlı bakım merkezlerini, evde bakımı, sosyal kurumları ve gündüz bakım merkezlerini içeren sübvansiyonlu kamu dışı sektörü kapsamamaktadır. Tabii ki yemekhane, temizlik ve çamaşırhane gibi tüm taşeron hizmetler de kamu sektörünün dışında tutulmaktadır. Tüm bu sektörlerde kadınlar çoğunluktadır ve ücretler düşüktür. Kamu sektörü, tüm kamu hizmeti işlerini kapsasaydı, düşük ücretlerin ve eşitsizliklerin payı büyük olasılıkla daha yüksek olurdu. Örneğin, sağlık ve sosyal bakım sektöründeki ortalama eşitsizlik %19,5’tir ve özel sektördeki uçurumla karşılaştırılabilir.
Her iki şirketten biri kanunlara aykırı hareket ediyor
2020 yılından bu yana eşitlik yasası revize edilmiştir. Bu revizyona göre, 100’den fazla çalışanı olan tüm şirketlerin ve kamu yetkililerinin, açıklanamayan eşitsizlikleri tespit etmek için bir maaş analizi yapması gerekiyor. Önerilen analiz aracına Logib adı verilmektedir. Bu araç, çalışanın eğitimi, kıdemi, mesleki deneyimi, ihtiyaç düzeyi ya da mesleki pozisyonu gibi kriterlerle açıklanamayan her türlü ücret farkını ortaya koymayı amaçlıyor. Bu noktada kadınlar açısından bir eleştiri yapılabilir. Zira bu kriterlerin objektifliği tartışmaya açıktır. Çünkü ağırlıklı olarak kadınların sahip olduğu işlerin talep düzeyi genellikle hafife alınmaktadır. Kadınların genellikle aşırı kalifiye olduğu ya da hamilelik ve doğumun kıdeme etki eden kariyer kesintilerine neden olduğu da bilinmektedir. Ancak Logib’in amacı, başka kriterlerle açıklanamayan ayrımcılığa işaret etmektir. Ve başka amaçlar için kullanmaya çalışmazlarsa, bu analiz bile dikkat çekici olabilir. Kabaca konuşmak gerekirse, ortalama farkın yarısı, yani sektöre bağlı olarak yaklaşık %7 ila 9’u, bu nedenle açıklanamaz. Ancak Logib, bu yüzde üzerinde yasal veya bilimsel dayanağı olmayan %5’lik bir tolerans eşiğini dikkate almaktadır. Vaud Kantonu Eşitlik Ofisi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bu tolerans eşiğinin kaldırılması halinde, uyum sağlayan şirketlerin oranı %81’den %50’ye düşecektir. Başka bir deyişle, her iki şirketten biri Logib testini geçemeyecektir! Kamu sektöründe testin başarı oranı %91’den %54’e düşecek, böylece özel sektörle aradaki fark %77’den %48’e inecektir.
Bu kadar eşitsizlik yeter!
Bu tolerans eşiği kaldırılmalı, şirketler analizin ayrıntılı sonuçlarını yayınlamak zorunda bırakılmalı ve federal bir otorite tarafından cezaların öngörüldüğü kontroller getirilmelidir. Bu tedbirler zaten doğru yönde atılmış bir adım olacaktır – ancak SGB/SSP’nin de sık sık hatırlattığı gibi, özellikle kadın ağırlıklı işlerin değersizleştirilmesi bakımından daha geniş kapsamlı olan ücret eşitsizliği sorununu çözmeyecektir.
GEOG eşitsizlikleri açıklıyor
Eylül 2022’den bu yana yeni ve dikkate değer bir araştırma var: Cinsiyetler Arası Genel Kazanç Farkı (GEOG). Bu fark, brüt saatlik kazançlardaki farklılıklar, aylık çalışma saatlerindeki farklılıklar ve işgücü piyasasına katılım oranlarındaki farklılıklar dikkate alınarak hesaplanmaktadır. Sonuç, 2018 yılı üzerinden hesaplandığında %43,2’dir. Bu, kadınların çalışma hayatları boyunca çalıştıkları tüm saatler için elde ettikleri gelirin erkeklerden %43,2 daha düşük olduğu anlamına gelmektedir. Uluslararası bir karşılaştırmada İsviçre otuz ülke arasında yirmi sekizinci sırada yer almaktadır. Sadece Avusturya ve Hollanda daha kötü durumda! Bu sonuç, yaygın olarak düşünüldüğünden daha sık dayatılan yarı zamanlı çalışmaya bağlanabilir.
Eşit ücret için uzun (bitmemiş) mücadele
Eşit işe eşit ücret ilkesi 1948 gibi erken bir tarihte BM İnsan Hakları Bildirgesi’nde, ardından 1952 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 100 sayılı Sözleşmesi’nde yer almıştır.
İsviçre’nin bu sözleşmeyi onaylaması 1972 yılına ve kadınlara oy hakkı tanınmasına kadar sürmüş, ardından on yıldan uzun bir süre geçtikten sonra İsviçre nihayet kadın-erkek eşitliği ilkesini Anayasasına dahil etmiştir. Bu tarih 14 Haziran 1981’dir. Bu anayasa maddesi büyük umutlar yaratmış, ancak bu maddenin uygulanmasının zorluğu karşısında kadınlar 14 Haziran 1991 tarihinde ilk kez greve gitmişlerdir. Amaç, diğer şeylerin yanı sıra, 1996 yılında kabul edilecek olan eşitlik yasasını (LEg) talep etmekti.
Sendikalar ve kadın hareketi, ücret eşitsizliklerini hızla ortadan kaldıracak yasal bir araca sahip olduklarını düşünüyordu. Bir başka hayal kırıklığı da LEg davalarının uzun ve zorlu olması. Davaların üçte ikisinde, yargılama sonunda davacılar işlerini kaybederken, nadiren başarı kazananlar da olmuştur.
İsviçre Sendikalar Konfederasyonu (USS/SGB) üyesi kadınlar uzun zamandır yasanın daha iyi uygulanması ve özellikle de denetim ve yaptırımların uygulanması için çağrıda bulunuyor. Ancak başarılı olamıyorlar.
Kadınların artan eğitim düzeyine ve mesleki çalışma dünyasında giderek daha fazla yer almalarına rağmen ücret eşitsizliklerinin devam etmesi, 14 Haziran 2019 için kadın grevi çağrısını yeniden başlatmalarının nedenlerinden biridir. Aradan geçen dört yıldan sonra, 14 Haziran 2023’te yapılacak kadın grevi çalışmalarının bir parçası olarak, eşit ücret için harekete geçmek her zamankinden daha önceliklidir!